Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Finlandiya’nın İsveç ve Çarlık Rusyası’nın arasında yaşadığı varoluş mücadelesini anlatan eşsiz bir yeniden diriliş ve mücadele hikayesi. Bir bataklıklar ülkesinin, tüm dünyaya eğitim alanında rol model olmuş bir ülkeye nasıl dönüştüğüne şahitlik etmek isteyen herkesin kesinlikle elden geçirmesi gereken bir kitap.
Kitap, özet çıkartırken en gönülsüz olduğum birkaç kitaptan birisiydi zira kitabın tüm bölümlerinin okunması ve zihinlerde yer etmesi gerekiyor. Zira aşağı yukarı aynı dönemlerde başlayan mücadelemizde neden biz patinaj çekerken Finlandiya rol model bir ülke oldu cevabı net bir şekilde verilmiş.
Din adamından, siyasetçisine, politikacısından doktoruna, subayından erine kadar tüm toplumun el ele vermesi sonucu ayağa kalkan ve bunu her kademede halkını eğiterek başaran bir ülkenin hikayesini okumak ve örnek çıkartmak gerekiyor zira benzeri iyi niyetli bir seferberliğe, gelişme yönünde mesafe kat eden ülkemizin de ciddi anlamda ihtiyacı bulunuyor.
Kitabı okurken Papaz McDonald’ın olduğu son bölüm, Katil Karokep’in hikayesinin olduğu orta bölüm ve Snelman’ın papazlara ve futbol oynamak isteyen gençlere hitap ettiği bölümleri lütfen dikkatinizin sesini biraz açarak okuyun.
Ülkemizde eğitimli kesim (bu ifadeyle Snelman İsveçli elit tabakayı kastetmektedir) halkın okumamış kısmının (Finler) manevi ve fizik açıdan gelişmesi konusuna az bile olsa ilgi göstermemektedir. Etrafında gördüğün yönetici konumundaki kişiler arasında halkın fakirliğinden etkilenen ve bunu dert edinen birisini görebiliyor musun? Üniversitelerde çalışan şahıslardan hangisi Fin köylüsünün eğitim ve kültür düzeyinin yükseltilmesi konusuna kafa yormak ve bu alanda bir şeyler yapmak istiyor? Ben daha vatanının çıkarları ile maaş, madalya ve diğer şeyler arasında seçim yapmak durumunda kalınca vicdan kavramını unutan sayısız insanı saymıyorum bile.
İşte bu nedenle eğitimli kesimi temsil edenler arasında vatansever kimseye rastlayamazsın. Bu insanların halk arasından çıkması lazım. Halkın geleceğinden kaygı duymayan başka bir ırkın temsilcisi vatansever olamaz. Buradan çıkaracağımız sonuç: Finlandiya zorla hiçbir şey elde edemez, onun tek kurtuluşu eğitimdir.
1960 yılında General Cemal Gürsel önderliğinde gerçekleşen askeri darbeden birkaç ay sonra, darbe sürecinde yer alan subayların dünya görüşünü ve eğitim seviyelerini değerlendirmek üzere bir anket yapıldı. Ankette yer alan sorulardan birisi “Sizi en çok etkileyen kitap hangisidir?” şeklinde olup, ankete katılan subayların büyük bir kısmı bu soruya “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” cevabını vermişti.
Bir büyüteç düşünün, özel yöntemle yapılmış olup, bu sayede dağınık günel ışınlarını ayın noktada toplayabilmektedir. Sonuçta binlerce güneş ışınının enerjisinin odaklandığı tek bir nokta ortaya çıkar. BU parlak nokta ağacı, taşı ve demiri yakabilir.
Halkın içinden çıkan her büyük şahsiyet yakıcı güce sahip birer büyüteçtir. Bu büyüteç halkının en güçlü yönlerini ve zekasını kendi kişiliğinde birleştirerek, hem kendi halkını hem de diğer halkları temsil eden milyonlarca insanı ateşlemektedir. Fakat gökyüzü bulutluysa ve atmosferde güneş ışınları yoksa, hiçbir büyüteç kar tanelerini eritmeye ve bir damla suyu ısıtmaya muktedir olmayacaktır.
İşviçre peyniri sadece dağlardaki otlarla beslenen, Hollanda peyniri ise bu ülkenin zengin meralarında otlayan ineklerin sütünden elde edilmektedir. Bu peynirler üretildikleri ülkelerin rayihası, özüdür. Naponyın Fransa’da doğabilirdi, fakat barışsever Çin’de bir Naponyon dünyaya gelemezdi. İngiltere doğanın temel kanunu olan “yaşam mücadelesi” öğretisinin yaratıcısı Darwin’in, Rusya ise kötülükle mücadele edilmemesi gerektiği fikrini savunan Lev Tolstoy’u yetiştirdi. Başka türlü de olamazdı zaten.
Her zaman ve her yerde böyledir. Almanya’yı Dünya Savaşı’na sokan etken II.Wilhelm değildi; bunun nedeni Almanya’nın kaba ve vahşi ruhunun Bismark, Wilhelm, Hindenburg ve Rohrbach gibi şahsiyetlerde tecelli etmesiydi. Roma’yı Neronlar, Caracallalar ve Commoduslar dağıtmadı; aksine, uzun ve yıkıcı savaşlar nedeniyle ruhu cılızlaşmış, maneviyat yoksulu Roma halkı ahlak yoksunu tiranları ve cellatları iktidarın zirvesine çıkardı. Her konuda ihtiraslı olan İspanya tarihe Loyola’yı ve engizisyonu “hediye ederken”,, Almanya bir taraftan Kant’ı, diğer taraftan Krupp’u yetiştirdi.
Her halkın içinden hem büyük şahsiyetler hem de aşağılık insanlar çıkabilmektedir. Bunlardan hangisinin iktidara geleceğini belirleyen temel etken halk kitlelerine hakim olan ruh halidir. Halkın sahip olduğu değerler nelerdir? Zekası, iradesi ve vicdanı gelişmekte midir yoksa zehirli otlar sarmış gibi, çürüyerek yok mu olmaktadır? Veya zavallı, utanç verici bir mevcudiyet için mi sarf edilmektedir.
Aydın olmak gösterişli bir kıyafet yahut kolalı bir yaka ve modaya göre şapkayla dolaşmak değildir. Aydınlar halkın beynidir. Halk bizi eğitimimiz bittikten sonra iyi maaşlı bir işe girerek, akşamları lokantalarda oturmak ve sözde “okuma salonlarında” kağıt veya domino oynamak için yetiştirmedi. Bu hayatı yaşayanlar aydın değil, aydın süprüntüleridir. Aydın olarak sizlerin vazifesi halkın zekasını, vicdanını, irade ve enerjisini uyandırmak ve hareket geçirmektir. Halkın düşünme yeteneğini canlandırmak, işçileri, köylüleri ve toplumun alt kesimlerini daha iyi hayat kurmak için ne yapmaları gerektiği konusunda eğitmek, sizin göreviniz budur.
Sizleri fedakarlığıa çağırıyorum! Fakat hepinize değil, bunu yapmaya hazır olanlara ve yapabilecek durumda bulunanlara sesleniyorum. Kusura bakmayın, sizinle açık konuşacağım: Diğer bütün mesleklerde olduğu gibi, öğretmenler arasında da bu mesleğe layık olmayan, öğretmen ruhundan yoksun insanlar bulunduğunu biliyorum. Bu insanlara sanatkar bile diyemeyiz, onlar öğretmen emeğine saygısı olmayan, hatta bu mesleği lanetleyen birer gündelikçidir. Kendilerine arkadaşça tavsiyem var, lütfen okulu bırakın. Kendinize farklı bir iş bulun, yazıhaneleri dolaşın, tüccar olun. Her türlü işi yapın ama canlı bir ruha ve derin bilgiye sahip insanların bulunması gereken yerleri işgal etmeyin.
Snelman din adamlarına aşağıdaki gibi seslenmekteydi:
Muhterem din adamları, inançlı bir insan olarak, sizden rica ediyorum. Halkınızın gerçek anlamda hizmetkarı olun. Papazlar kiliseye bağlı memur değillerdir. Sizin göreviniz dini törenler yapmak, kilise kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığını takip etmek ve dua etmekle sınırlı olmamalıdır. Peygamberler halka öncelikle temiz, dürüst ve hayırsever bir yaşam sürmelerini öğütleyerek, insanları vicdanlı ve sevgi dolu olmaya teşvik etmiştir. Onlara nasıl iyilik yapılacağını, hayvani ve vahşi ihtiraslarından arınarak, nasıl Tanrı’nın evladı olunacağını öğretmiştir.
Halka canlı, gerçek vaazlar verin. Halkla, asırlardır olduğu gibi, ikiyüzlü bir şekilde tekrarlayıp durduğunuz ruhsuz kelimelerden oluşan sıkıcı, itici din adamı diliyle konuşmayın.
Saygıdeğer din adamları! İki milyonluk Fin halkı adına, gözyaşlarımla size sesleniyorum; gerçekleri, bir ölü toprağı misali, kalın tabaka gibi kaplayarak, halktan gizleyen din öğretisini bir tarafa bırakın ve halka gerçekleri anlatın. Yaşlı, çocuk, genç ve yetişkin herkeste canlı bir ruhun uyanmasını sağlayın.