nBeyin sitesiyle bilimi sevdiren, daha önce Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler kitabıyla önemli bir okuyucu kitlesine ulaşan (Artık Prof.Dr) Sinan Canan’ın ikinci kitabı Değişen Beynim’i de okuyup bitirme fırsatım oldu. Kitabı okurken karşılaştığım bir cümle, konuya olan merakımı daha da arttırmıştı. “Sinirbilimi ile uğraşan bilim insanlarının ilk amacının aslında sadece beyni anlamaktan ziyade kendini anlamaktır.” Yaşam deneyimim içerisinde önce kendimi sonrasındaysa ilişki içerisinde olduğum insanlardan anlayabildiğim kadar fazlasını anlayabilmek için bütün bir ilgimi yönelterek okumaya başladım. Bu derin okuma ile 346 sayfalık kitabı 3 günde bitirdim, tadı hala dimağımdayken de paylaşmak istedim.
İnsanı anlamak aslında 2 aşamalıdır. İlk aşama hisler ruhumuzda vücut bulunurken, fizyolojimize nasıl etkileri oluyor ve bu etkiler esnasında beynimizde ne gibi değişiklikler gerçekleşiyor ve de bu değişimin mahiyeti nedir? Sinan Canan’ın kitaplarını diğer popüler bilim kitaplarından farklı ve hatta değerli kılan yön de zaten özellikle bu yanı. Zira David Eagleman’ın, Incognito: Beynin Gizli Hayatı isimli kitabında da aşağı yukarı aynı bilgileri bulabiliyorsunuz. İki kitabın da bilgi kaynağı sinir bilimi literatüründeki yaşanmış vak’alar. Sinan Canan’ın kitaplarını değerli kılan yanı ise; literatürdeki vak’aları Türkçe’ye ve kültürümüze aktarması ve daha da anlaşılır olması için tefsir etmesi.
Bunlardan bağımsız olarak Değişen Beynim kitabını benim için eşsiz kılan iki önemli konu bulunuyor. İlk konu bağımlılık bölümünde geçen dopamin bağımlısı fare ve sosyal medya bağımlılığı örneğidir. Uzun zamandır ilgilendiğim sosyal medya bağımlılığı ve zararları konusunda bu kadar güzel bir örnekle daha önce hiç karşılaşmamıştım. Örneği ve bilimsel açıklamasını okuduktan sonra aklımda her şey yerli yerine oturmuş oldu.
İkinci konusu ise kitapta geçen “örüntüler” bölümüdür. Eğitim sistemimizin çocuklarda nasıl bir sinaptik budamaya neden olduğunu, yaşça bizden büyüklerin hislerine neden güvenmemiz gerektiğini, mekanik bir canlı olarak tamamen mantıksal çıkarımlara göre yaşan insanların beynimizin duygusal çözümlemelerinden nasıl mahrum kaldığını, tüm gelişen teknolojiye rağmen tutarlı bir şekilde en fazla 3-5 gün ilerisini tahminleyebilen meteoroloji bilimine karşın, 12 günlük bir gözlem ile 1 yıllık hava durumu tahminini doğru bir şekilde yapabilen Salih amcayı okuyabilirsiniz. Deneyimlerin dilinin nasıl bir zenginlik ortaya koyarak kültürümüze müneccimlik müessesesini kazandırdığını da hayretle okuyacaksınız. Hayretinizle de Sinan Canan’ın emeğinin karşılığını vermiş olacaksınız, zira hocamız insanların hayretlerini kaybettiklerini ve bunun da beyin gelişimimiz için oldukça kötü bir durum olduğunu belirtiyor.
Son olarak kitaptan pasajlara geçmeden önce bağımlılık ile ilgili bir iki satır daha karalayalım. Kitapta frontal lob üzerine de uzun paragraflar bulunuyor. Çünkü beynimizin bu bölümü bizi diğer canlılardan ayıran en önemli bölümüdür. Frontal lob ile bilinçli eylemlerimize karar veriyoruz. Bizi biz yapan iştah ile ihtiyacı birbirinden ayırma, özeleştiri yapabilme, ilkel benlikten gelecek dürtüleri kontrol edebilme, ileriye yönelik düşünebilme vb. gibi insana has özelliklerimiz bu bölümden yönetiliyor.
Frontal lob’u gelişmiş insanlar (kendi kendine gelişmiyor, insanı insan yapan değerlere ne kadar çok riayet edilirse beynimizin bu bölümü de o derece gelişip güçleniyor.) daha dengeli bir hayat yaşıyor. İlkel benliğinden gelen dürtülere engel olduğunda beynin ödül bölgeleri uyarılıyor ve doğru bir davranış sergilendiği için dopamin hormonu salgılanıyor. Bu davranış ödül getirdiği için frontal lob, aynı durumla karşılaşıldığında yine ödül getirecek davranışı sergilememizi emrediyor. Bu bereketli döngü günden güne hem frontal lob’un gelişmesini hem de daha mutlu bir hayat yaşamamızı sağlıyor.
Frontal lob’a göre doğru olmayan bir davranış sergilediğimizde bilincimiz doğru bir iş yapmadığımızın farkında olduğu için vücudumuz stres hormonu salgılamaktadır. Hem dopaminden olurken üstüne bir de stres hormonu salınan vücudumuz mutsuz olmaktadır ve bir önceki örnekte olduğu gibi bu durum da bir kısır döndü halinde devam etmektedir. Bu durumu yıllar evvel atalarımız muhteşem bir şekilde özetlemiştir:
Kimi vicdana dokundu, kimi cism ü cana, Zevk namıyla ne yaptımsa pişman oldum”
Gündelik zevkler peşinde, neyi unuttuğunu hatırlamasına mani eğlencelerle oyalanan zamane insanı, “unutmak ve alışmak” tılsımları ile kendini kaybetmiştir. Yitiğini yanlış yerlerde arayan kalbi, ihtiyaçlarla çırpınıp ancak gam ve telaş yüklenmiştir… Çünkü o kalptir hasret kaldığı asıldan uzak, bütüne hasret bir parçacık olan.
Sevdiklerinize para ile satın alabileceğiniz en güzel hediye şüphesiz bir kitaptır, eğer bu aralar bir hediye almayı planlıyorsanız bu kitabı ısrarla tavsiye ediyorum.
Doğum Sonrası
Bebeğin kendini içinde bulduğu duyu, düşünce, iletişim yahut harekete dair bütün tecrübeler, adeta bir heykeltıraşın çamura şekil vermesi gibi onun taze beynine şekil vermeye başlar. Bu etkileşimler, ileriki yıllar için hayati bir etkiye sahiptir: kullanılmayan, aktif olmayan bağlantılar hızla ortadan kaldırılıp temizlenirken aktif olarak çalışan hücresel bağlantılar desteklenir ve kuvvetlendirilir. Başka deyişle, bebeğin içinde bulunduğu ortam etkileşim, iletişim ve tecrübe açısından ne kadar zenginse, beyni o kadar fazla bağlantıyı koruyarak hayatına devam edecek; fakir bir bilişsel ortamda büyüyen bebeklerde ise bağlantıların sayı ve yoğunluğu hızla azalacaktır.
Bir bebek etrafıyla ne kadar çok iletişim kurarsa beyninin o derece geliştiğini ve aksine, iletişim sorunları olduğunda bu gelişimin gerilediğini biliyoruz. Belki de anneler bunu içgüdüsel olarak bildikleri için, babalardan farklı olarak bebekle en çok yaptıkları iş konuşmaktır. Çünkü anne bebekle konuştukça, bebeğin beyninde her saniye milyonlarca yeni veri yolu ve bağlantı oluşur.
Anne Bakımı ve Beynin Gelişimi
Anneleri tarafından iyi bakılan yavru sıçanların, büyüdüklerinde doğurdukları yavruların da benzer biçimde daha sağlıklı bir stres-cevap profili göstermektedir. Yani anne bakımının etkisi, nesilleri aşarak etkisini gösterebilen çok önemli bir gelişimsel gerekliliktir.
Ergenlik çağlarında sıklıkla yaşanan aile bireyleriyle çatışma dönemi, kişiliğin sağlıklı oluşabilmesi için gerekli bir dönemdir. Bu dönemde duygusal, zihinsel, bireysel ve toplumsal sınırlar test edilir; testlerin sonuçlarına göre beyindeki devreler, ömür boyu içinde kalabilecekleri sınırlara sahip ahlaki ve bilişsel dünya inşa etmekle meşguldür.
Sinaptik budanma, tecrübeye bağlı olarak kullanılması gerekecek bağlantıların korunmasını ve kullanılmayacakların ortadan kaldırılmasını sağlar.
İnsanı ve yaşamın özünü kavrayamayan insan, hangi uzmanlığa sahip olursa olsun, insanlaşma sürecinde ciddi eksiklikler taşır. Eğitimimizin özellikle erken evrelerini, yaşamın ve ölümün doğasına, ekosistemdeki yerimizi ve insan olmanın özüne dair uygulamalı eğitimlerle donatmak, çok akıllıca bir seçenek olacaktır.
Erişkin Beyni
Erişkin beyni sorun çözmede çocuk beyniyle karşılaştırılamayacak kadar uzmanlaşmıştır. Fakat bunun bir bedeli olarak, yenilikleri algılama yeteneğini kaybetmeye, aldığı her bilgiyi varsayılan edinilmiş sinirsel kalıplara uyacak şekilde değerlendirmeye başlamıştır.
Oksitosinle ilgili son notumuz; bedenimizin salgıladığı en önemli antienflamatuvar, yani ‘’ iltihap engelleyici’’ maddelerden birisi olması. Bu da birçok kronik hastalığa neden olan inflamasyonun, oksitosinin fazla salgılandığı durumlarda engellenebiliyor olması anlamına geliyor.
Yarım Beyinle Yaşayabilir Misiniz?
Çocuk beyni çok hızlı bir gelişim süreci içerisindedir ve buna bağlı olarak müthiş bir plastisiteye sahiptir. Anlayabildiğimiz kadarıyla, böyle bir operasyon sonucu alınan beynin yarısının sorumluluğunda olan bütün görevler, hızla sağlam beyin yarısına aktarılmaktadır. Sağlam yarım küre, yani beynin kalan yarısı yeniden öyle bir bağlantı sistemi kurar ki vücudun diğer yarısını da kontrol etmeye başlar.
Müzik ve Beyin
Bu gerçeği göz önüne aldığımızda ilk ve orta öğretim dönemlerinde ve özellikle okul öncesi dönemde çocuklarımıza verilecek müzik eğitiminin ne kadar dikkatlice planlanması gerektiği bir kez daha ortaya çıkıyor. Ayrıca aileler, müziği sadece bir ‘’dolgu ve eğlence’’ aracı olarak görüp çocuklarının ‘’kulaklarından girenlere’’, en azından ‘’ağzından giren’’ besinler kadar dikkat etmezlerse ileride öngörülemeyecek sonuçlarla karşılaşmaları hiç şaşırtıcı olmayacaktır. ( zira bu sonuçların birçoğunu zaten günlük hayatımızda yaşıyoruz.)
Çalışmıyorsan Hayal Et…
Başka bazı deneyler, beyindeki kontrol alanlarının sadece fiziksel pratikle değişmediğini gösteriyor. Bir grup denek, her gün 15 dakika kadar piyano çaldıklarını hayal ediyor. Deneyin bütün içeriği bu. Bu sırada her gün deneklerin beyin taramaları gerçekleştiriliyor ve beyinlerindeki değişiklikler işlevsel olarak tespit edilmeye çalışılıyor. Bir hafta sonunda, araştırma ekibi bekledikleri o beklenmedik sonucun kanıtlarını görmeye başlıyor: Sadece piyano çaldığını düşünen insanların beyninde, parmakların kontrolünde görevli olan bölgelerin etki alanları genişlemeye başlıyor.
Basitten Karmaşığa, Aşağıdan Yukarıya
Duygusal beynimizin ürettiği güdüleri de oldukça sınırlı olarak kontrol edebiliyoruz. Cinsel güdüler, açlık, susuzluk, kıskançlık, öfke, garez gibi duygular duygusal beynimiz tarafından üretilir. Bunların üzerinde çok sınırlı bir kontrolümüz olduğunu yakinen biliyoruz. Bu bölümleri kontrol etmenin insandaki tek yolu, ahlaki ve manevi kodlardır. Bunlar özellikle beynin ön bölümündeki devrelerle yönetilir ve bu devreler erken yaşlarda ne kadar sağlamlaştırılırsa temel dürtüleri kontrol altına alma konusunda ileride o kadar başarılı olabileceklerdir.
Sağlamlaştırma ise sürekli zihinsel ve pratik deneyim ister; değerlerin sağlamca öğrenilmesi yetmez. Bunların yaşamda sıklıkla deneyimlenmesi, pozitif davranışların ödüllendirilmesi, negatif yahut olumsuz davranışların ise uygun biçimde cezalandırılması gerekir. Eğer bunlar olmazsa bu devreler itkileri kontrol edebilecek kadar güçlenemez ve ‘’dürtü kontrol sorunları’’ ile boğuşan, günümüzde pek de yabancı olmadığımız insan tipinin yetişmesini sağlayacak uygun bir ortam teşkil edilmiş olur. Kültürümüzde ‘’terbiye’’ dediğimiz kavram da işte doğrudan bu mevzu ile ilgilidir.
Duruma Göre Hissetmek
PAG, ağrı duyusunun ne kadarının beyne, yani bilincimize ulaşacağını denetleyen yerlerden birisidir. Bu bölge, özellikle psikolojik durumumuza bağlı olarak, ağrı duyusunu ne kadar deneyimleyiceğimize bir şekilde karar veren yerlerden birisidir. Eğer kopan bir koldan çok daha önemli bir problemimiz varsa (ülkenin-savaşın kaybedilmesi; ileri düzeyde can korkusu vs.) PAG, ağrı duyusunu başarıyla baskılayabilir ve ne kadar şiddetli olursa olsun, ağrı duyu geçici olarak baskılanabilir. Hipnoz yöntemiyle ağrısız olarak yapılan ameliyatlardan tutun da ağrı kesici olmayan ilaçlarla sırf hastalar öyle sandıkları için çok şiddetli ağrıları bile kesecek kadar etkili ağrı kesicilere dönüşmesi(plasebo etkisi) olaylarına kadar, beynin bu filtreleme sisteminin çok merkezi bir rol oynadığını görüyoruz.
Akkumbens çekirdeği: Bu bölge, beynimizdeki ödül sisteminin temel merkezini oluşturur.
Yaygın Bir Bağımlılık Örneği Olarak İnternet ve Sosyal Ağlar
Beynimizin bilinçli ve analitik bölümleri, çok fazla veriyle karşılaştığında çalışmayı durdurur ve kararlarını artık daha derinlerde bilinçsiz olarak çalışan duygu ve güdü devreleriyle vermeye başlar. Bu devreler, tekil verilerle veya hesaplamalarla değil, karmaşık duygusal kodlar ve davranış örüntüleriyle iş görür. Bu yüzden analitik zihnin sınırlılıkları, derin beyin yapılarını fazlaca bağlamaz. Milyonlarca yıldır hayatımızı belirleyen temel kararlar bu bölümler tarafından verildiği için, işler karmaşıklaştığında akıl yürütmeyi bırakmak ve kararı içgüdülerimize bırakmak, biyolojik donanımımızın bir gereğidir.
Ödül Trajedisi
Bir şekilde eğitilen hayvanı izlemek gerçekten ilginçtir. Her pedala basıştan sonra beyinde meydana gelen keskin dopamin salgısı, hayvanı sürekli olarak pedala basmaya yönlendirir. Hayvan bir süre sonra kendini bu döngüye öyle kaptırır ki kolay kolay pedalın başından ayrılamaz hale gelir ve sürekli tüm işini bırakıp o pedala kilitlenir. Hayvanın davranışlarını izlediğinizde karşınızda mutlu ve keyifli bir canlıdan çok, sürekli bir meşgul ve bir çeşit telaş içindeymiş gibi görünen bir hayvan vardır. Uyarılan kısım beynin ‘’ödül’’ merkezi olmasına rağmen, hayvan daha fazla ödül almak adına sürekli olarak o işi yapmaya, o durumu artırarak sürdürmeye odaklanmış gibi gözükür. İşin daha da ilginç ve trajik kısmı şudur: Yapılan birçok deneyde, bu şekilde bir sistemi kullanmayı öğrenen hayvanlar, genellikle açlıktan ve susuzluktan ölene kadar o pedala basmaya devam eder. Bu basit düzenek, beyindeki ödül merkezini suiistimal etmenin nerelere mal olabileceğine dair güzel ve çarpıcı bir örnektir aslında.
Nomofobi, belki on yıl önce varlığından bile haberimizin olmadığı fakat bugün yapılan araştırmalara göre genç Amerikalıların %70’den fazlasını etkileyen bir fobidir. Fobinin ismi ‘’no mobilephobia’’, yani ‘’taşınabilir cihaza ulaşamama korkusu’’
Renklerin Sesi veya Kelimelerin Kokusu: Sinestezi
Zihnimiz, dünyayı objektif olarak kaydedip kopyalayan bir kayıt veya izleme sistemi değildir. Aksine algılama süreci, gerçekliği yeni baştan, tamamen kişisel ve öznel olarak inşa etme sürecidir.
Müzisyen Billy Joel şarkıları renkler şeklinde görüyor; sinema oyuncusu Marilyn Monroe müzik parçalarını görsel titreşimler şeklinde algılıyor; keman virtüözü Itzhak Perlman notaları renkler şeklinde hissediyor. Hatta doğuştan görme engelli şarkıcı ve besteci Steve Wonder dahi, sesleri ‘’renkler’’ olarak algıladığını söylüyor. Elbette bu tip farklı deneyimler yaşayan kişiler sadece bir avuç ünlü değil; milyonlarca insan ‘’sinestezi’’ denen bu özel durumu deneyimliyor ve belki de milyarlarca insan, böyle bir durumun varlığını dahi bilmediğinden bu tecrübelerinin diğer insanlardan farklı olduğunu bilmiyor.
Boşlukları Dolduran Beyin
Evlerimizde yanan ampullerin aslında saniyede 40-50 kez yanıp söndüğünü biliyoruz fakat bu, gözümüz ve beynimiz için o kadar hızlıdır ki bu ışığı kesintisiz ve sürekli bir aydınlık olarak algılarız.
Sağ Beyinsiz Bir Yaşam
Bana inanmıyorsanız sürekli ‘’çoktan seçmeli sınavlara’’ alıştırılmış öğrencilere ‘’Size bu sefer klasik bir sınav yapalım’’ deyiverin; gözlerinde beliren paniği hemen görebileceksiniz. Böyle yetişen insanlar, ‘’seçenek’’ siz seçim yapamaz hale gelirler.
Çoğunlukla sağ beynimizdeki devrelerle kendini gösterebilen yüksek insani vasıflarımızı eğitim boyunca törpülüyor, adeta sistematik olarak yok ediyoruz. Karmaşık düşünceler üretme ve karmaşık düşünceleri takip etme konusunda sorunlar yaşıyoruz. En basit dertlerimize bile kalıcı çözümler üretemiyor, en çok bağıranı haklı sanmaya devam ediyoruz. Sanattan anlamdan, derinlikten, duygudan, hakiki deneyimlerden kopup kopya, rutin, otomatik, ruhsuz, sevgisiz, amaçsız hayatlar geliştiriyoruz. Eğer biraz dikkatli bakılırsa ortalıktaki en önemli sorunumuzun bizzat bu ‘’eşitsizlik’’ olduğu açıkça görülebilir.
Yayınevi : Tuti Kitap
Yazarı : Sinan Canan
View Comments (1)
Uzun zamandır internet sitenizi takip ediyorum çok teşekkür ederim