Trump sonrası dönemde Amerika’da yaşanan çalkantı ve gürültülerin nedenini anlatmak için William Gibson, Zero History romanından alıntı yapılan “Eğer bir şeyin nasıl çalıştığını anlamak istiyorsanız, onu bozulurken inceleyin” sözü karanlığa ışık tutuyor. Silah ve enerji şirketlerinin finanse ettiği Amerikan demokrasisinin “kurulu düzeninin” Trump ile aldığı yara ve ortaya çıkan güç mücadelesi bize sistemi bozulurken izleme ve daha iyi anlama fırsatı sundu.
Öncelikle belirtmek isterim ki yazarın bu kitapta Trump’a yönelttiği eleştirilerin fazlası yok eksiği var. Fakat eleştirilerin geri planında yatan gerekçe gerçeğe duyulan özlemden çok, geçmişe duyulan özlem gibi görünüyor. Zira eleştiri konusu edilen her bir Trump icraatı önceki hükumetler döneminde de defalarca tekrarlanmış fakat Trump ısırığı hissedilirken, Obama öpücüğü dikkatin karanlığında kalmıştır.
Yazarın, Trump cephesine yönelttiği eleştiriler Amerikan propaganda makinesinin nasıl çalıştığını gözlemlemeye imkan sunarken, daha da önemlisi bu makinenin ürettiği doktrinin sadece ABD sınırları içerisinde değil küresel ölçekte kullanıldığını fark etmemizi sağlamaktadır. Sadece kutuplaşma üzerine getirilen eleştiri ve söylem yoğunluğu göz önünde alındığında “aynı kutuplar Obama döneminde yok muydu?” sorusunu akla getiriyor. Medyada sıklıkla tekrarlanarak zihinlere ve davranışlara yerleşen kutuplaşma sorunu akla komünizm döneminin en önemli progpaganda kuralını akla getiriyor: Hakikat en çok tekrarlanan yalandır.
ABD’nin, Irak İşgali ve Körfez Savaşı sırasında kullandığı yalan haber tekniklerini –günümüzde artık hipergerçeklik (yaratılmış gerçeklik) olarak adlandırılıyor– Rusya oldukça mahir bir şekilde ABD üzerinde kullanıyor. Ülkede yaratılan kutuplaşma ve sosyal ayrışma ortamı Rus trolleri için kusursuz bir çalışma zemini yaratıyor ve bu zemini de en iyi şekilde de kullanıyorlar. Bu durum aklıma atom bombasını üretmesinin ardından bu gücü ülkeler üzerinde sallanan keskin kılıca çeviren ABD’nin, aynı bombayı Rusya’nın da üretmesi sonrasında yaşadığı korkuyu ve paranoyayı hatırlatıyor.
Benzer bir paranoya Soğuk Savaş (Sovyetler korkusu) döneminde de yaşanmıştı. Sanatçılar, akademisyenler, sporcular, film yıldızları Sovyetler ajanı olarak fişlenmiş, takip edilmiş ve sorgulanmıştı. Paranoyanın boyutu atom bombası sonrası oluşan mantar bulutu gibiydi. ABD’nin ilk savunma bakanı ve Pentagon’un kurucusu James Forrestal da bu paranoya sonrası aklını yitirmiş, tedavi olduğu hastanenin üst katından atlayarak hayatına son vermişti. Sovyet paranoyası, sosyal medya etkisi ile Amerikan zihin yapısında yeniden filizlenmeye başladı.
Ülkemiz de dahil olmak üzere Arap Baharı olarak adlandırılan kitlesel ayaklanmaların tohumu sosyal medyada atılmış, Facebook, Google ve Twitter gibi internet devleri ülkedeki internet ve sosyal medya erişiminin ayakta kalması için tüm teknolojik imkanlarını seferber etmişti. O dönem özgürlük havarisi olarak görülen sosyal medya, bu silahın ABD’ye yönelmesinin ardından –kitapta da olduğu gibi– Amerikalı yazarlar tarafından demokrasiler üzerindeki tehdit olarak görülmeye başlandı.
Adaletin gecikse de kesinlikle gelmek gibi bir huyu olduğunu hatırlatırcasına ülkeyi kökten sarsan Rus ajanları, Facebook üzerinden sadece 200 dolara kusursuz bir komplo üreterek ABD’de iç karışıklık çıkarmayı başardılar. Konu ve bu korku o kadar ileri gitti ki Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere’nın Brexit ve ABD’nin başkanlık seçimlerine Rusya’nın seçim sonuçlarını değiştirecek güçte müdahalelerde bulunduğunu iddia edilmeye başlandı. Hatta hepimizin de bildiği gibi bu konuda sosyal medya devleri ifade verirken, Trump’ın kampanya yöneticileri büyük baskıya maruz kalmıştı. Ve hala başkanlık seçimi üzerindeki Rusya gölgesi kalkmış değil.
Buna ek olarak Cambridge Analytica’nın seçim sürecine olan etkisi de Amerikan ikiyüzlülüğünü sergilemesi açısından önemlidir. Kitapta yer alan eleştiriler de dahil Trump’a yönetilen eleştirilerin temelinde, kendi kullandıkları sosyal etki silahının, kendi kontrolleri dışında kendi üzerlerinde kullanılmasının yarattığı çaresizlik yatmaktadır.
Kitabın sonlarına doğru yazarın yaptığı yorum aslında Amerikan sisteminin iki yüzlülüğünü özetler nitelikteydi: “Trump aslında kendi çağının bir ürünüydü.” Zira artık ABD’de çağ hakikate riayet edilen değil, hakikatin bizzat yaratıldığı bir çağdı. Bu çerçevede kitabın ismini yeniden yorumlamak gerekirse Trump Öncesi Hakikatinin Ölümü demek çok da yanlış olmayacaktır.
Daha geniş eksenden bakıldığında ise; Amerikan üretimi hakikatlerin dünyayı getirdiği durum bizleri temelini akıl, ilim ve ahlaktan alan gerçek hakikatlerin ardına düşmeye zorluyor.
İnsanlık tarihinin en korkunç rejimlerinden ikisi 20. yüzyılda iktidara geldi. Her iki rejim de hakikatin çarpıtılması ve yok edilmesi ilkesine dayalıydı. Koşulsuz gücün peşindeki liderler alaycılığın, bıkkınlığın ve korkunun, insanları yalana ve sahte sözlere daha kolay inanmaya ittiğini biliyorlardı. Hannah Arendt, 1951 yılında yayımlanan “Totalitarizmin Kaynakları” kitabında durumu şöyle anlatmıştı: “Totaliter rejim için ideal kişi, davaya kendini kalpten adamış bir Nazi veya komünist değildir. Gerçekle hayal ürünü arasındaki ayrımı (yani deneyimin gerçekliğini) ve doğruyla yanlış arasındaki farkı (yani düşüncenin türünü) artık önemsemeyen kişidir.”
Amerikan siyasetinde “bilgiye dayalı gerçeğin ve analizin giderek azalan rolünü” anlatmak üzere, ilk kez RAND Corporation tarafından kullanılmaya başlanan “hakikatin çürümesi” terimi zaman içinde “sahte haber” ve “alternatif gerçekler” gibi, giderek aşina olmaya başladığımız, hakikat sonrası terimlerin arasında yerini aldı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin 45. başkanı Trump öylesine büyük bir hızla ve aralıksız yalan söylüyor ki, Washington Post gazetesinin hesaplamalarına göre, görevde bulunduğu ilk yıl içinde topluma söylediği yanlış ve yanıltıcı bilgilerin sayısı 2140’ı bulmuş durumda. Bu, günde ortalama 5.9 yalan anlamına geliyor.
Daniel Patrick Moynihan’ın o çok ünlü sözleriyle anlatmaya çalıştığı da aslında tam bu: “Herkesin kendi görüşüne sahip olma hakkı vardır, ama herkesin kendi gerçeklerine sahip olma hakkı yoktur”, yani gerçek tektir.
Bir Gallup anketine göre, dünyada ABD’ye güven yüzde 30’a gerileyerek tüm zamanların en düşük seviyesine ulaşmıştı. Bu yeni seviye Çin’in altında, Rusya’nın ise sadece biraz üzerindeydi.
Bazı bakımlardan, Trump yönetiminin uzmanlık ve deneyime duyduğu nefret Amerikan toplumunun genelinde de yaşamaya başlamıştı. Silikon Vadisi girişimcisi Andrew Keen 2007’de kaleme aldığı The Cult of the Amateur (Amatörlük kültü) kitabında okurları çok öneli bir konuda uyarıyordu: İnternet, bilgiye erişimi hayal edilenin de ötesinde demokratikleştirmekle kalmamış, aynı zamanda “kalabalıkların bilgeliği” dediği şeyin “gerçek bilgi”nin yerini almasına neden olmuştu. Böyle olunca olgu ile görüş arasındaki ince çizgi bulanıklaşmış, gerçek bilgiye dayalı iddialarla temelsiz varsayımları birbirinden ayırt etmek zorlaşmıştı.
Trump, Amerikan toplumundaki partizan bölünmelerden ve beyaz işçi sınıfı seçmenlerin değişen dünyaya ilişkin korkularından faydalandı. Seçtiği günah keçilerini (Afrikalı Amerikalılar, kadınlar, Müslümanlar) suçlamaları için seçmenlerinin önüne sürdü ve onları öfkelerinin hedefi haline getirdi. Bir yandan Trump’ın seçilmesini sağlamaya çalışırken bir yandan da Amerikan seçim sisteminin güvenli işleyişine kast eden Rus trollerinin sahte sosyal medya hesapları aracılığıyla Amerikan halkını daha fazla bölmeye çalışmaları rastlantı değildir. Örneğin, 2016 yılında Rus trollerin “Teksas’ın Kalbi” isimli sahte bir Facebook hesabı kullandıkları ortaya çıktı. Bu hesap aracılığıyla Mayıs 2016’da “Teksas’ın İslamileşmesini Durdurun” adlı bir protesto düzenlendi. “Amerika’nın Birleşik Müslümanları” adlı diğer bir sahte Facebook hesabı ise aynı saat ve yerde protesto düzenlemek üzere kullanılmıştı.
Bizim ürünümüz şüphedir diyordu ünlü bir tütün sanayicisi 1969’da yazdığı notta. “Çünkü halkın zihninde var olan bilgiyle rekabet etmenin en iyi yolu budur.
Strateji aslında şuydu: Birkaç tane sözde-uzman bul ve onların iddialarını kullanarak kanıtlanmış bilimsel bilgilere karşı gel, ya da söz konusu alanda daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu iddia et, bu yanlış iddiaları konuşma konusu haline getir ve her yerde tekrar tekrar yinele; ayrıca karşı cephedeki bilim insanlarının itibarlarına gölge düşürür.
Binyılın ikinci onyıllık bölümünde, ABD’de her gün 19 genç silahla vurularak öldürülürken, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Kuzey Kore Kralı Kim Jong-un’la nükleer oyunlar oynarken, yapay zeka motorları şiir ve roman yazarken, mizahi haber siteleriyle gerçek haber sitelerinin içerikleri neredeyse birbirinin aynı hale gelmişken, “gerçeküstü” ve “kaos” kelimeleri de gündelik hayatı tarif etmeye çalışan gazetecilerin saat başı kullandığı sözcükler arasına girdi.
Göçmenler ülkeye yüktür ve ülkeye alınmadan önce çok daha dikkatle incelenmeleri gerekiyor, diyordu, ancak 2000’den bu yana Nobel Ödülü kazanmış 78 Amerikalıdan 38’i göçmendi. Göçmenler ve göçmen çocukları, toplam ederi dört milyar doları bulan, en iyi konumdaki Amerikan teknoloji şirketlerinin yüzde 60’ının kurulmasında yardımcı olmuştu.
“İdeoloji, coğrafya, parti, sınıf, din ve ırk ayrılıkları daha derin, fark edilmesi daha kolay ve dolayısıyla daha tehlikeli bir şeye dönüşmüştü.” Bu, sadece siyasi kutuplaşma değildi. Ülke “eşit siyasi güce sahip ve birbirini kışkırtmak, yenmek ve yok etmek için savaşan iki farklı gruba ayrılmıştı.”
İnsanların bir bilgiyi özümserken neden taraflı davrandığıyla, neden kendi inançlarını destekleyen bilgilere kucak açıp, ters düşenleri reddettikleriyle ilgili çeşitli teoriler geliştirilmiştir. Bu teorilerden bir tanesi, ilk intibaların yıkılmasının zor olmasıdır. Bir diğeri, insanın kendi sahasını korumaya çalışmak gibi ilksel bir dürtüye sahip olmasıdır. Bir başkası da, meydan okunduğunda insanların akıllarıyla değil duygularıyla tepki göstermeleri ve kanıtları incelemekten hoşlanmamalarıdır.
Bir dizi deney aracılığıyla, Darmouth Koleji profesörü Brendan Nyhan ve Exeter Üniversitesi profesörü Jason Reifler, “geri tepme etkisi” dedikleri bir şeyi tanımladılar: İnsanlar kendi inançlarının tersini kanıtlayan bilgilerle karşılaştıklarında inançlarına daha sıkı sıkıya bağlanırlar çünkü “kendi dünya görüşlerinin veya öz kavramlarının” tehdit altında olduğunu düşünürler.
Yapılan anket sonuçlarına bakılırsa, toplumun büyük kısmı arama motorlarının tarafsız olduğuna inanıyor. Halbuki bunun sebebi aslında bu arama motorlarının giderek daha taraflı bir şekilde bizim kendi görüşlerimize benzer seçenekleri göstermesi. Algoritma gözlemcileri bizim neye tıkladığımızı takip ediyorlar ve bilgisayar ekranlarımız giderek kendi ilgi alanlarımızı bize geri yansıtan tek taraflı bir aynaya dönüşüyor. Sosyal medya siteleri bize kendi görüşlerimizi teyit eden bilgiler sunduklarından Pariser’in “sonsuz sen döngüsü” diye adlandırdığı şey ortaya çıkıyor. İnsanlar giderek daha da daralan gruplar içinde yaşıyorlar; iletişim içinde oldukları düşünce ortamları da giderek daha fazla tecrit ediliyor. Liberallerle muhafazakarların, Demokratlarla Cumhuriyetçilerin giderek daha az ortak paydada buluşmasının, gerçeğin ne olduğuyla ilgili fikir birliğine varamamalarının en büyük sebeplerinden biri bu. Bu, aynı zamanda New York ve Washington’da yaşayan elitlerin, Clinton ekibinin ve hatta basının büyük kısmının 2016 seçimlerinde Trump’ın galip gelmesine şok olmalarının da sebebi.
Kamuoyu manipüle etmede bilgisayar robotlarının kullanılması, Omidyar Group raporunda sosyal medyanın kamusal söylem üzerindeki etkisine dair incelenen faktörlerden sadece biriydi. Rapor, kutuplaşmayı artırmanın yanı sıra, sosyal medyanın, kurumlara olan güvenin sarsılmasına sebep olduğu ve demokrasi için gerekli olan, “gerçeklere dayalı tartışmaların” yapılmasını zorlaştırdığı sonucuna varmıştı. Sosyal medyadaki mikro-hedefli reklamlar ve insanların haber akışlarına müdahale etmek üzere tasarlanmış algoritmalar, popüler olanla doğrulanabilir olan arasındaki ayrımı bulanıklaştırmaktaydı ve farklı gruplara mensup kullanıcıları ortak bir sohbete katılma ihtimalini azaltıyordu.
Bin adamı önyargılara hitap ederek ikna etmek, bir adamı mantıkla ikna etmekten daha kolaydır. Robert A.Heinlein
Bir RAND Corporation raporu, “Rus propagandasında nesnel gerçeğin hiç bir önemi yoktur” diyordu. Zaman zaman uydurulmuş kaynaklar öne sürülüyor, sahte fotoğraflar ve sahte televizyon haberleri yayınlanıyordu. gerçekte yaşanmamış uydurma saldırıların sahte kurbanlarını göstere sahnelenmiş video görüntüleri asılsız kanıtlar kullanılıyordu. Ve rapor şöyle devam ediyordu: “Haber formatları ne kadar ciddiymiş gibi görünse de, RT ve Sputnik News gibi Rus haber kanalları aslında gerçeklerin doğrulanarak verildiği gazeteciliğe değil, eğlenceli hafif haberlere ve yanlış bilgilendirmeye dayalı ortamlardır.”
Tıpkı Trump ve taraftarlarının yaydığı akıl almaz boyuttaki yalan, skandal ve şok bulutu gibi, Rus yalan hortumunun püskürtüldüğü bu dezenformasyon seli de her türlü sapkınlığı yumuşatıyor, kabul edilemez denen şeyleri normalleştiriyor ve insanları uyuşturup aptala çeviriyordu. Öfke giderek yerini yorulmaya bırakıyor, bu da alaycılığa ve bıkkınlığa dönüşüyor ve nihayetinde yalanları yayanların güçlenmesine yol açıyordu. Garry Kasparov, eski dünya satranç şampiyonu ve demokrasi yanlısı bir Rus olarak Aralık 2016’da şu tweet’i yayınlamıştı: “Modern propagandanın amacı sadece yanlış bilgi yaymak ya da çıkarları için bastırmak değildir. Amaç analitik düşünmeyi engellemek, hakikati ortadan kaldırmaktır.”
Vladislav Surkov, niyetinizi gizlemek adına aslında olmadığımız gibi davranmak biyolojik hayatın en önemli teknolojisidir savını öne sürüyordu.
Donald Trump tehlikeli bir katalizör olduğu kadar, kendi çağının bir ürünüydü de…
Hakikatin Ölümü
Yayınevi : Doğan Kitap
Yazar : Michiko Kakutani