İkinciye izlediğimde verdiği mesajı anlamaya daha yatkın olduğumdan mıdır bilinmez Flags of Our Fathers filmi ve işaret ettiği gerçek beni çok etkiledi ve gecenin bir yarısı klavye üzerinde gezinmeye başladım.
Film, Japonya’nın istilası sırasında ABD ordusuna kök söktüren Japon ileri garnizonunun konuşlandığı Iwo Jima adasında geçiyor. Tarih söz konusu olduğunda Hollywood yapımlarına güven olmamakla beraber filmde Pasifik Savaşı olanca çıplaklığıyla beyaz perdeye yansıtılmış.
Tarih ile ilgili söylenen belki de en doğru söz, tarihin en önemli figürlerinden biri olan Napolyon tarafından söylenmişti.
“Tarih üzerinde uzlaşılan yalanlardan ibarettir.”
ABD’nin Gizli Tarihi belgeselinde duyduğum ve bir daha asla unutamadığım bu söz yine bir başka ABD hikayesini izlerken yine zihnimde canlandı. Filme göre hayat imajlardan ibaretti ve imajları gören insanlar gerçeklerle ilgilenmekten vazgeçip imajların verdiği mesajlara inanmaya başlıyorlardı. İnanmanın ötesinde buna ihtiyaçları bile var denebilirdi. Sosyal medya, yalan haber ve post-truth üçgeninde yaşadığımız iletişim temelli bilgi krizleri güncelliğini korurken, insanlığın propagandanın bu türüne yıllardır maruz kaldığını görmek gerçekten rahatsız ediciydi.
Filme dönersek; Pasifik Savaşı’nın en kanlı cephelerinden biri olan Iwo Jima adası ABD tarafından istila edilmek istenmektedir. Zira bu adanın düşmesi Japon askerlerinin moralini bozacak ve teslim olmak zorunda kalacaklardır. Günlerce bombalanan ada için için yanarken ABD askerleri kıyıdan adaya çıkarma yapmaya başlar. Adım adım fersah fersah arşınlanan ada toprakları ölüm sessizliğine bürünmüştür. Haşarı bir çocuk misali sahile dağılan deniz piyadeleri kulakları sağır eden Japon topçusunun taarruzuyla bozguna uğrar. Sessizlik yerini toplara, makineli tüfeklere ve hava toplarına bırakmış, ada deniz piyadelerine ölüm kusmaya başlamıştır. İlk savunma hattını ağır kayıplar vererek kıran ABD askerleri cephe gerisini tahkim etmek için beklemeye başlar.
Bu sırada ABD ekonomisi, Iwo Jima eteklerindeki deniz piyadeleri gibi can çekişmektedir. Uzayan savaşın ekonomik yükü, ölen Amerikalı gençler ve savaşın keyfiliği Amerikan halkını çileden çıkarmaya başlamış Başkan Truman köşeye sıkışmıştır. Tek çıkış yolu halkın savaşa olan inancını tazeleyecek bir kahramanlık hikayesidir. Bu hikaye Iwo Jima’dan gelecektir, hem de bir gerçeğin önüne geçen yaratılmış bir yalanla…
Adanın alınması için en önemli noktalardan biri Suribachi Dağı’dır. Buranın alınması için ilk müfreze dağa gönderilir, müfreze zirveye konuşlandığı sırada küçük bir çatışma yaşanır ve dağ alınır. Dağa ilk çıkan müfreze tarafından ABD bayrağı dikilir, fakat bu bayrak savaşmadan kahramanlık destanı yazmak isteyen komutanlar tarafından teslim alınmak istenir. İkinci bir bayrak verilerek yeni bir müfreze zirveye gönderilir, ilk dikilen bayrak indirilirken, yeni gönderilen bayrak da göndere çekilir, tam da bu esnada ordu fotoğrafçısı bu anı ölümsüzleştiren kareyi tarihe armağan etmek için deklanşöre basar. Binlerce askerin bastığı tetikten çok daha fazla etki yaratan bu deklanşör ABD medyasının manşetlerini süslemeye başlar. Fotoğraf, yerel, ulusal yüzlerce gazetede tekrar tekrar basılır.
Başkan Truman iflasın eşiğindeki ABD ekonomisini kurtarmanın yolunu bulmuştur. İkinci bayrağı diken müfrezedeki 3 asker tepeyi almak için savaşan askerlermiş gibi gösterilerek eyalet eyalet gezdirilir ve stadyumlarda halka, eğer ülkelerini seviyorlarsa ordu bonosu almaları gerektiğini söylerler. Ekonominin ihtiyaç duyduğu 14 milyar dolar sadece sahte bir hikaye sayesinde elde edilmiş, halkın orduya ve savaşa olan inancı tazelenmiş…
Televizyon Öldüren Eğlence kitabında oldukça veciz bir paragraf ile imaj Amerikan rüyasındaki yeri tarif edilmişti:
Bir seferinde makyajcıların sabotajı yüzünden seçim kaybettiğini iddia eden eski başkanlardan Richard Nixon, Senatör Edward Kennedy’ye ciddi bir başkanlık yarışına atılmaya 10 kilo vererek başlamasını tavsiye etmiştir. Bugün anayasada yer almadığı halde şişman insanların yüksek politik mevki yarışlarında fiilen dışlanmış gibi oldukları bir manzarayla karşı karşıyayız. Kel insanlar da büyük ölçüde yarışın dışında tutulmaktadır. Kozmetik sanatının marifetleri ile gözleri ve bakışları daha etkileyici bir şekle sokulamayanlar da bu yarışın dışındadır. Gerçekten de bir politikacının ustalıkla hakim olması gereken uzmanlık alanı olarak ideolojinin yerini kozmetiğin aldığı bir noktaya ulaşmış olabiliriz.
Internet ve sosyal medya hayatımıza, internet ve sosyal medyaya da imajlar ve görüntüler hakim… Naaşların yanından atılan özçekimlerden tutun da iyi bir kare yakalamak için ölen insanlara, çocuğunu bir paylaşım objesi yapan annelerden, fotoğraf karesine göre hayatını düzenleyen insanlara kadar hayatımız ne yazık ki tam anlamıyla bir imajlar deryasına döndü. Yapabileceğimiz tek şey bu deryada boğulmadan ve gerçekliği tam anlamıyla kaybetmeden doğruya doğru kulaç atmak olacaktır.