İçeriği zengin kitapları değerli kılan bir diğer yönleri de yazarlarının değerli olan başka hazinelere ulaşma konusunda da bizlere yol göstermesidir. Böyle değerli kitapların birkaçında Paul Watzlawick ismi üzerinde sıklıkla duruluyordu, ben de merak edip yazarın İyideki Kötü ve Mutsuzluk Kılavuzu adlı iki kitabını kütüphaneme kazandırdım.
Paul Watzlawick, Avusturya ve Amerika asıllı bir psikolog ve de filozoftur. Mizahi bir anlatımı olan yazarın belki de adı konmamış bir diğer özelliği de kusursuz bir hikayeci olmasıdır. Kitapta da sıklıkla karşılaşacağınız karmaşık anlatımları, tarihten eşsiz hikayelerle anlaşılır kılan Watzlawick okuyucu için nektar niteliğinde eserler hazırlamaktadır. Hacimce küçük olsa da anlatım gücü ciltlere eşdeğerde olan kitap Türkçemize, İyideki Kötü olarak aktarılmış, fakat kitabın tam adı İyideki Kötü ya da Hekate’vari Çözümler’dir.
İsmin ikinci bölümündeki Hekate‘nin örneklerini kendi hayatımızda da sıklıkla görebiliyoruz. Doğu kültürlerinde şeytan, nefs gibi karşılıkları bulunan Hekate’nin insanları nasıl iyilik kılıfında mutlak kötülüğe sürüklediğini irdeleyen yazar, reçete çözümlerin insanları çözüm ararken bu beyhude çabanın nasıl uçsuz bucaksız dehlizlere sürüklediğini tasvir etmiş.
Saygıdeğer baylar, sizi temin ederim, çok fazla bilmek gerçek bir hastalıktır. Zira bilginin doğrudan kaçınılmaz meyvesi atalettir, yani kollarını kavuşturup oturmaktır.
Bir şeyin iki katı, her zaman iki kat daha iyisi değildir. Bir şeyin yüz katı, sadece matematikte onun yüz katı eder. Burada gizlenen ve en beklenmedik anda büyük aksiliklere yol açan numaranın püf noktası, olayların kritik bir anda nicelikten niteliğe sıçrama yapması ve bu sıçramanın insanın sağduyusunu şaşırtmasıdır…Her Allahın günü pasta yersen bıkarsın. Nicelikteki artış nitelikte de aynı oranla bir iyileşme sağlamaz. Belli miktardaki petrolü iki ayrı tankerle taşımak, iki katı kapasitedeki tek tankerle taşımaktan daha ekonomiktir. Ancak büyük tankerin hareket esnasındaki davranış biçimi, küçük tankerlerin davranış tarzlarından çok farklıdır. Nicelikteki iki kat, nitelikte farklı bir değişime neden olmuştur.
Terörün düşünsel temeli: İşin başında insanlığı iyiliğe çağıran kişi, düşünce yoluyla insanları uyandıramayacağını görüp, kendini, yardıma muhtaç ama kavramlarla bir yere varamayan insanlığa neşteri vurmak durumunda kalan cerrah rolünde hissedecektir. Eyleminin her nasılsa insanı mistikleştiren baskı düzenini sarsacağı yerde, kan gölünün yol açtığı dehşet ve öfke sonucu farklı görüşteki insanları yakınlaştırıp aynı düzenin daha çoğunu talep etmelerine yol açmasıydı. Doğaldır ki, bunun üzerine o da kendini, aynı çılgın eylemlerin daha çoğunu gerçekleştirmeye mecbur hissetmişti… Daha Heraklit bile aşırı tutumların karşı çıkılan şeyin aşılmasını sağlamak bir yana onu daha da güçlendirdiğine dikkat çekmişti… Meryem kültünün içindeki ve ortaçağın aşk şarkılarındaki dişi olanın abartık biçimde yüceltilmesi, şu işe bakın ki, cadı yakmayla kol kola gelişmiştir; sevgi dini yolunu şaşırıp engizisyona saplanmıştır; Fransız Devrimi’nin idealleri giyotinin kullanımını zorunlu kılmıştır, Şah’ı Humeyni izlemiştir; Somoza’yı Sandinistalar; ve Saygon’da insanlar herhalde çoktandır hangisinin daha kötü olduğuna cevap bulmakta zorlanıyorlardır: ABD’li kurtarıcıların mı, yoksa Hanoi’li kurtarıcıların mı.
Kötünün karşıtı ille de iyi değildir. Belki de daha kötüdür. Özgürlük iyiyle, doğruyla mükemmellikle özdeş tutulamaz. Özgürlüğün iyiyle ve mükemmellikle her karışımı ve özdeş tutulması bizzat özgürlüğün reddidir, şiddet ve baskı ilanıdır. Zora dayanan iyi artık iyi değildir, kötüye dönüşmüştür.
“Majesteleri, mükemmellik peşinde olmak, insan ruhuna musallat olabilecek en tehlikeli hastalıklardan biridir” der bir Fransız senatörü, I.Naponyon’a hitaben yaptığı bir konuşmada.
“Her psikolojik aşırılık gizliden gizliye kendi karşıtını içinde taşır veya karşıtıyla yakın ve asli bir ilişki içindedir.” diye yazar C.G. Jung
1334’te Hochosterwitz kalesinin kumandanının elinde sadece bir öküzle bir çuval arpa kalmıştı ve adam teslim olma ya da açlıktan ölme arasında seçim yapacağına, kalkıp ne yaptı? Bütün ders kitaplarında yazar: Öküzü kestirdi, arpayı öküzün karnına doldurttu ve bunu tuttuğu gibi kale burçlarından aşağı, Margareta’nın kampına fırlattı. Bunun üzerine kuşatmacı, eğer ellerindekinden bize bile verebilecek kadar yiyecekleri varsa, kuşatmayı sürdürmenin bir anlamı yok, diye düşündü. Askerlerini çekti, Kaledekilerin kahkahalarını duyacaktınız.
Her yönüyle ama her yönüyle kazanmak için yaşıyordu. Dolayısıyla da sürekli kaybetme korkusuyla. Yani felsefesi basitti, ama huzur verici değildi; çünkü sürekli teyakkuz halinde yaşamak en sağlam insanda bile sinir bırakmaz.
Tarihi yok sayan, onu tekrar etmeye mahkumdur.
“Şaşılacak şey, Çiçero televizyonu ve onun etkilerini her nasılsa görmüş ve M.Ö.80 yılında şunları yazmıştı:
‘Eğer korkunç olayları dakika başı görmek ve duymak zorunda kalırsak, içimizdeki en hassas yapıya sahip olanlar bile, acı veren izlenimlerin sürekliliğinden dolayı, sonunda her türlü insani duyarlılığı yitirecektir.'”
Yayınevi : Ayrıntı Yayınları
Yazarı : Paul Watzlawick