Ülke ve bölge ve hatta tüm dünya oldukça sıkıntılı bir dönemden geçiyor. İnsanlığın doymak bilmez hırsı tüm dünyayı az veya çok cehennemin bir parçası haline getirdi. Avrupa’nın öykülere konu olan sokaklarında bile artık hiç kimse kendini güvende hissetmiyor. ABD de bu olumsuz havadan kendini kurtarabilmiş değil.
Batı adına, bu süreçte belki de en fazla akılda kalan şey; Paris sokaklarında görmeye alıştığımız masal kahramanlarının yerlerini koca koca silahlı Fransız komandolarına bırakmasıydı. Benzer görüntüleri diğer Avrupa ülkelerinde de görmeye başlamıştık, derken aynı sahneleri kendi ülkemizde de görür olduk. Özellikle İstanbul, İstanbul’da da Taksim ve İstiklal Caddesi güvenlik güçlerinin göze görünür şekilde gezdiği mahaller olarak dikkat çekiyor. Peki güvenlik güçleri belki de hedef olma riskine rağmen neden görünür bir şekilde halkın kalabalık olduğu yerlerde gezmektedir? Bunun kime faydası var?
Her gördüğümde bu sorular aklımda yankılanırken cevapları Malcolm Gladwell’in Kıvılcım Anı kitabında bulmuştum: Kırık Pencereler Kuramı
ABD’li suç psikologu Philip Zimbardo‘nun 1969’da yaptığı araştırmadan sonra James Q. Wilson ve George Kelling adlı iki suçbilimcinin yazdığı makale ile kavramsallaşan Kırık Pencereler Kuramı; eğer bir binadaki pencereler ilk kırıldığında tamir edilmezse suça meyilliler ve suçlular diğer camları da kırma ve hatta binayı yağmalama konusunda herhangi bir çekince yaşamayacağını belirtir. Bu nedenle toplumsal güvenlik konusunda yapılan neredeyse tüm araştırmalara rehberlik eden bu kuramın gerçekliği bir çok sektörde ve bir çok ülkede gerçekleştirilen testlerle ortaya konmuştur.
Kuram çözüm olarak kırık pencerelerin hemen onarılmasını, ilgili mahalde bir toplumsal düzenin hakim olduğunu gösterme açısından temel şart olarak görmektedir. Bu teorinin gerçekliğini kendi hayatlarımızda da sıklıkla görürüz. Normal bir zamanda insanlar, sokaklarda çöp atılması yasak olan bir bölgeye çöp atma konusunda çekimser davranırken, bir poşet bile olsa çöp olan bir yere yasak olmasına rağmen çöp atma konusunda en ufak bir çekince yaşamazlar. Bahaneleri de hazırdır; zaten orada çöp vardı!
Her köşe başında gördüğümüz polislerin temel açıklaması da budur. İlgili mahalde güvenlik kuvvetlerinin yoğun bir şekilde devriye gezdiği, oluşabilecek herhangi bir olaya mahal vermeyecekleri, düzensizliğin bu bölgede kabul edilebilir bir durum olmadığı mesajı kuvvetli olarak verilmektedir. Yasak olan yere atılan çöpler sistemin çöküşünün bir simgesidir, sistemin işlediğini göstermek için çöplerin o bölgede bulunmaması ve çöpleri o bölgeye ısrarla dökmeye devam edenlerin bu davranışı terk etmeleri sağlanmalıdır.
Yine aynı yöntemle bir dönem suçun beşiği olan New York metrosu da düzene kavuşturulmuştur. Metro müdürü olarak atanan David Gunn, Wilson ve Kelling’in teorisini metroya uygulamaya kararlıdir ve başarılı da olmuştur. Kırık Pencere Kuramı artık kriminolojinin en fazla kabul gören ilkelerinden biri haline gelmiştir. Özellikle günden güne daha güvensiz bir hale gelen günümüz dünyasında içerisinde yaşadığımız durumu anlama açısından Kırık Pencereler Kuramı’nı bilmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Aksi halde geçmişten gelen üniforma hassasiyetimiz nedeniyle her daim huzursuz olmaya devam edeceğiz.
Malcolm Gladwell’in Kıvılcım Anı kitabındaki ilgili bölüm aşağıdadır.
Bağlamın Gücü 1
Kırık Pencereler, James Q. Wilson ve George Kelling adlı iki suçbilimcinin fikriydi. Wilson ve Kelling’e göre suç düzensizliğin kaçınılmaz sonucudur. Eğer bir pencere kırıksa ve onarılmadan bırakılırsa, oradan geçen insanlar hiç kimsenin umursamadığını ve oranın bir sorumlusunun olmadığını düşünürler.
Saldırganlar ve soyguncular, ister bir fırsatını bulduğunda isterse profesyonel olarak bu işleri yapıyor olsunlar, potansiyel kurbanların ortama egemen olan koşullar tarafından ürkütülmüş olduğu sokaklarda iş yaparlarsa yakalanma, hatta teşhis edilme olasılıklarının düşeceğine inanırlar. Eğer bir mahalle, rahatsız edici bir dilenciyi gelip geçene sataşmaktan alıkoyamıyorsa bir hırsız buradan şöyle bir sonuç çıkaracaktır: Potansiyel bir saldırganı teşhis etmek için polise başvurulması ya da bir gasp sırasında olaya müdahale edilmesi çok daha düşük bir olasılıktır.
New York Ulaştırma İdaresi 1980’lerin ortalarında Kelling’i danışman olarak görevlendirdi ve Kelling işletmeyi Kırık Pencereler kuramını uygulamaya teşvik etti. Ve metro sisteminin birkaç milyar dolarlık onarımını yönetmesi için David Gunn yeni metro müdürü olarak görevlendirildi. Zamanın bir çok metro savunucusu Gunn’a metro yazıları hakkında kaygı duymamasını, daha büyük bir sorun olan güvenliğe odaklanmasını söyledi. Bu mantıklı bir tavsiye gibiydi. Sistemin çöküşün eşiğinde olduğu bir sırada duvar yazılarından kaygılanmak, buzdağına doğru yol alan Titanic’in güvertesini fırçalamak kadar anlamsız görünmektedir. Ama Gunn ısrar etti. Kendisi bu konuda şöyle diyor: “Duvar yazıları sistemin çöküşünün bir sembolüydü.” Organizasyonu yenileme ve morali düzeltme sürecini düşününce, duvar yazılarına karşı savaşı kazanmak zorundaydınız. Bu savaşı kazanmazsanız reformlar geçekleşmeyecekti. Her biri on milyon dolar değerinde yeni trenler koymak üzereydiniz. Ve bunları korumak için bir şey yapmazsak neler olacağını biliyorduk. Bir gün içinde vandallığın kurbanı olacaklardı.
Gunn’ın duvar yazısı temizliği 1984’ten 1990’a kadar devam etti. Bu noktada Ulaştırma İdaresi işletmedeki güvenlik görevlilerinin başına William Bratton’ı getirdi ve metro sisteminin kontrolünü ele geçirme mücadelesinin ikinci aşaması başladı. Bratton, metro sistemindeki ağır cürüm oranının tüm zamanların en yüksek düzeyinde olduğu bir dönemde, biletsiz yolculuk karşısında sert önlemler almaya karar verdi. Neden? Çünkü duvar yazıları gibi, kaçak yolculuğun da çok daha ciddi suçlara davetiye çıkaran bir sinyal, yani küçük bir düzensizlik ifadesi olabileceğine inanıyordu. Bir günde sisteme tahminen 170 bin kişi jeton almadan giriyordu. Bunlardan bir kısmı turnikelerden atlayarak geçen çocuklar, bir kısmı turnikelere abanarak zorla geçiş yapan kişilerdi. Ve iki ya da üç kişi sisteme bu ve benzer yollarla giriş yapınca – normalde asla yasadışı bir şey yapmayabilecek olan – başka insanlar da, eğer bazıları ödeme yapmadan geçiyorsa, kendilerinin de ödeme yapmaması gerektiğini düşünüyor ve kartopu etkisi oluşuyordu. Kaçak yolcularla mücadelenin kolay olmaması sorunun daha kötüye gitmesine yol açıyordu. Ulaştırma sistemindeki güvenlik görevlileri, sadece 1,25 dolar söz konusu olduğu için bunun peşine düşerek zaman kaybetmenin anlamsız olduğunu düşünüyordu, özellikle de platformlarda ve trenlerde çok daha ciddi birçok suç işlenirken.
Renkli, karizmatik bir adam ve doğuştan bir lider olan Bratton varlığını hemen hissettirdi. Eşini Boston’da bırakmıştı. Bu nedenle uzun saatler çalışıyordu. Geceleri metroya binip kenti dolaşıyor ve sorunların ne olduğunu anlamaya ve bunlarla en iyi nasıl mücadele edilebileceğini bulmaya çalışıyordu. İlk olarak kaçak yolculuğun en büyük sorun olduğu istasyonları saptadı ve turnikelere sayıları 10’u bulan sivil giyimli güvenlik görevlisi yerleştirdi. Bu ekipler kaçak yolcuları birer birer yakalayıp kelepçeleyecek ve resmi polislerce tutuklanana dek platformda bekleteceklerdi. Amaç, metro güvenliğinin kaçak yolculuğa karşı sert önlemler aldığına dönük güçlü bir sinyal göndermekti.
Bir süre sonra kötü adamlar akıllandı ve silahlarını evde bırakmaya ve jeton almaya başladı.