X

Şiddet, Tecavüz, Nörobilim Gerçekleri ve Toplumsal Riyakarlık

Büyük veri, toplumların davranış kalıplarını öğrenmek için eşsiz fırsatlar sunuyor. Büyük veriye erişmek için ise devasa bir veri analiz şirketi veya cevval bir ülkenin istihbarat servisi olmanıza gerek yok, sadece internetin nimetlerinden faydalanmayı bilmeniz yeterli.

En kolay erişebileceğiniz büyük veri kaynağı ise şüphesiz Google’ın arama trendleri ve anahtar kelimeler havuzu. Google’da yapılan aramaların yoğunluğunu görüntüleyebileceğiniz bu servis size insanların sözlerinin değil, kitlesel olarak ilgilerinin ve eylemlerinin gerçek istatistiklerini gösteriyor. Günlük hayatın dijital bir yansıması da diyebileceğimiz servisin yayınladığı güncel raporda son dönemde en çok ilgi gösterdiğimiz konular da listelenmiş. (Bedelli askerlik, dolar kuru, sınav sonuçları…)

Servisten edindiğimiz bilgileri yorumlarken iki önemli bilgiyi göz önünde bulundurmalıyız: Kısa erimli anahtar kelimeler bize gündem konusunda çıkarsama yapma imkanı verirken, uzun erimli anahtar kelime istatistikleri bizim davranış kalıplarımız ve ilgi olduğumuz konular hakkında çıkarsama yapma imkanı sağlar. Hele ki yıllık, 5 ve 10 yıllık arama trendleri tam anlamıyla toplumsal bir röntgen niteliğindedir.

Ülke olarak röntgenimizi çektiğimizde yorumundan pek de memnun kalmayacağımız aşikar. Zira röntgende; söylemleri ile eylemleri arasında ciddi uçurumlar olan insanlar olduğumuza dair yeterince bulgu içeriyor. Eylem düzeyinde pornonun envayiçeşidi ve ensest ile başlayan anahtar kelime havuzunda yüzerken, söylem düzeyinde bu içerikleri her zaman lanetliyoruz. Bu riyakar davranış kalıbı şiddet, taciz ve tecavüz konularında da yakamızı bırakmıyor. Daha önceleri bu gerçeği ifade etmek ve sayısal olarak ifadelendirmek çok da mümkün değildi, büyük veri bize toplumsal riyakarlığımız ile yüzleşme imkanı sağladı.

Daha önce defalarca başlayıp sonrasında vazgeçtiğim şiddet, diziler ve medya konulu bu yazı ile zihnimde çektiğim çileye bir virgül koyabilmeyi amaçlıyorum. Hepimiz her gün onlarca tecavüz, taciz ve şiddet haberine maruz kalıp hayıflanıyor, bir gün kendi çocuğumuzun, eşimizin veya bir dostumuzun da başına gelebileceği endişesiyle bu haberlere kulak kabartıyor, sonsuz mutsuzluk denizinde kulaç atmaya başlıyoruz.

Çaresizlik içerisinde kimimiz çözümü idamda ararken, kimimiz de eğitimsizlikten dem vurarak rahatlamaya çalışıyor. O sırada gazeteler ise ekonomi ve siyaset sayfalarından yaprak eksiltirken şiddet içerikli bölümlerinden haber bile eksiltmemeyi tercih ediyor. İnternet haber siteleri de bu teveccüh kervanından paylarına düşen hisseyi alabilmek ve tecavüz haberlerini daha fazla insana okutabilmek için bütçesinden para harcayarak sosyal medyada promosyonlu gönderi olarak paylaşıyor. Peki biz ne yapıyoruz? Sosyal medya kullanıcılarının hatırı sayılır bir kısmı da bu haberlere teveccüh gösterip tıklıyor, okuyor. Yani talebe binaen arz yaratılıyor.

Bitmedi…

Ana haber bültenlerinde toplumsal şiddet sorunu kadına şiddet özelinde pornografik bir şekilde işlenirken, söz meclislerinde baş tacı edilen kadınlar dizilerde o duvardan bu duvara çarpılıyor, tokatlanıyor, metres tutuluyor, tecavüze uğruyor, ahlaksız teklifler alıyor, aldatılıyor, alınıyor, satılıyor… Ve ne yazık ki toplumun çok önemli bir kesimi akşam yemeği sonrası bu dizileri hayatın anlamını öğrenircesine takip ediyor.

İnsanları tek tek dinlediğinizde yukarıdaki serzenişe sonuna kadar katılıyor, fakat gün sonunda bu serzenişe karşılık gelen davranışları da aynı şekilde sergilemeye devam ediyor(uz). Durumumuz aslında tam da bir Cem Yılmaz hikayesindeki gibi; tek tek bakıldığında aslında düzgün insanlarız ama hepimizi toplayınca sanırım ortaya böylesi sapıklar ve bu sapıklığı dizilere taşıyan sapıklık tacirleri ve bu dizi ve içerikleri tüketen sapıklık müşterileri çıkıyor. (Lütfen 01:38’den başlayarak izleyin.)

Lanetli kısır döngünün bizi hapsettiği labirentin girişinde “yine bir kadın cinayeti” başlıklı haber duruyor. Döngünün ikinci adımında sosyal medya devreye giriyor ve insanlar dünyanın çivisinin çıktığından, siyasi ortamın bizi bu hale getirdiğinden, ahlakın çöktüğünden, bu ülkeden gidilmesi gerektiğinden bahsedip suçu yükleyecek bir günah keçisi arayışına giriyor. Suçlu kimine göre dekolte giyen kadınken kimine göre yeterince ceza vermeyen hukuk sistemi, kimilerine göre de eğitim sistemi… Suç ve mağdur açık ama suçlu muhtelif ve muğlak, ne büyük bir garabetse…

Garabeti çözmek için Voltaire’i ziyaret edelim: “Uzun bir tartışma her iki tarafın da haksız olduğunun delilidir.”

Yakın bir gelecekte de şiddet sorununun çözülemeyeceğinin garantisi, sözleri ve eylemleri arasında dağlar kadar fark olan bizleriz. Zira Albert Einstein’ın o eşsiz tespitinden biliyoruz ki “problemler onları yaratan zihin düzeyinde çözülemez.” Zihin düzeyini yükseltmenin yegane yönteminin de okumak, öğrenmek, uygulamak ve yine uygulamak olduğuna kimse muhalefet etmeyecektir…

Şiddet, Taciz ve Tecavüz Nasıl Engellenir?

Muhtemel suçluyu ceza tehdidi ile suç işlemeye olan yöneliminden caydırmak insanlığın bulduğu ve üzerinde uzlaştığı en etkin çatı yöntem. Adına hukuk dediğimiz bu çatının altında etkinliği tartışılan birden fazla cezalandırma yöntemi bulunuyor. İlk bakışta en ürkütücü ve en caydırıcı cezanın idam olduğu düşünülebilir fakat tecavüz suçlarına idam cezasının verilebildiği ülkelerde suçun yaygın olarak işlendiğini istatistiklerden görebiliyoruz. Hindistan, Güney Afrika, Afganistan ve ABD en çarpıcı örnekler. İdama rağmen tecavüz vak’alarının son bulmaması kesin çözümün ceza vermek olmadığını hepimize gösteriyor.  Öte yandan tecavüzcünün bir kez daha tecavüz edemeyeceğinin garantisini veren bir çözüm yöntemi olduğunu da eklemeden geçemeyeceğim.

Çözümün anahtarı; mühendisinden çiftçisine, gazetecisinden dizi yapımcısına, imamından öğretmenine kadar geniş katılımlı bir toplumsal mutabakat ile toplumun tüm kesimlerinin kendi elindeki araçlarla kendi çevresini eğitmesinde yatıyor. Eğitim söz konusu olduğunda aklımıza genellikle mühendislik, tıp, fizik, kimya gibi alanlar geliyor, fakat bilim içerikli eğitimin insanın kamil anlamda insan hüviyetine ulaşmasına yetmediğinin en önemli göstergesi olarak Batı ülkelerinde kayda geçen tecavüz suçlarının yoğunluğu gösterilebilir.

Avrupa Birliği ülkelerinde 2015 yılında 215.000 cinsel saldırı suçu işlendi ve bu suçların 1/3’ü tecavüz suçu olarak kayıtlara geçti. Ülke bazında değerlendirildiğinde 100.000 kişi başına en fazla suç İngiltere ve Galler’de 130, İsveç’te 120, Belçika’da 66 olarak kayda geçti. | Euronews

Eğitim ile ulaşmak istediğimiz nokta; insanların yasalar ile sınırları çizilmiş ve legal kabul edilen davranış kalıplarını benimsemesi, diğer insanlara ve topluma zarar verecek davranışlarda bulunmaması. Sınırları aşmayı emreden dürtüsel taleplerini de insani ve toplumsal normlara göre baskılayabilmesi yani irade gösterebilmesi. 

Nörobilim “İrade” İçin Ne Diyor?

Davranışlarımızın arkasında beynin kendine özgü mekaniğinin yattığı görüşü son dönem nörologlarının ortaya attığı bir iddia. Bu iddiayı desteklemek için de günden güne gelişen görüntüleme tekniklerinden ve uzun erimli deney metotlarından faydalanıyorlar. Bu araştırmalarda elde edilen bilgilere göre – en basit anlatımla – beynimiz sağ ve sol beyin, alt ve ön beyin olmak üzere dört bölümden oluşuyor. Konumuzla doğrudan ilgili olan bölümler ise alt beyin yani limbik sistem ve ön beyin yani prefrontal korteks.

Limbik sistem beyin sapını çevreleyen bölüm olup yaşamsal dürtülerimizi yönetmekle görevlidir. Yeme, yaşama ve üreme gibi ilkel dürtüler beynimizin bu bölümünde üretilir ve her insanda ve hatta hayvanlarda da bu işlev aktiftir. Limbik sistemin talepleri doğrudan karara bağlanarak davranışa dönüştürülmez. Önce prefrontal kortekse iletilen talep yasalar, değerler ve öğrenilmiş tüm sınırlayıcı kodlarla süzgeçten geçirilir. Talep, süzgeçten geçemiyorsa davranışa dönüştürülmeyecektir. Tabi bu sürecin işleyebilmesi için beynimizin bu bölümünün çocukluk çağlarından itibaren yeterince egzersiz yapılıp terbiye edilmiş olması gerekmektedir.  Bu durumda talep (yolda yürüyen yalnız kıza tecavüz et, masanın üstünde gördüğün parayı cebe indir) süzgeçlerden geçemediyse bastırılacak, ertelenecek, dönüştürülecek veya yok sayılacak.

Nörobilim bize gösteriyor ki sabretme, dürtüsel taleplere karşı koyma yetisi kendiliğinden oluşan bir meleke değil, aynı piyano çalmayı öğrenirken veya herhangi bir yabancı dili öğrenirken sarf ettiğimiz gibi çaba gerektiren bir süreç.

Duygusal beynimizin ürettiği güdüleri de oldukça sınırlı olarak kontrol edebiliyoruz. Cinsel güdüler, açlık, susuzluk, kıskançlık, öfke, garez gibi duygular duygusal beynimiz tarafından üretilir. Bunların üzerinde çok sınırlı bir kontrolümüz olduğunu yakinen biliyoruz. Bu bölümleri kontrol etmenin insandaki tek yolu, ahlaki ve manevi kodlardır. Bunlar özellikle beynin ön bölümündeki devrelerle yönetilir ve bu devreler erken yaşlarda ne kadar sağlamlaştırılırsa temel dürtüleri kontrol altına alma konusunda ileride o kadar başarılı olabileceklerdir.

Sağlamlaştırma ise sürekli zihinsel ve pratik deneyim ister; değerlerin sağlamca öğrenilmesi yetmez. Bunların yaşamda sıklıkla deneyimlenmesi, pozitif davranışların ödüllendirilmesi, negatif yahut olumsuz davranışların ise uygun biçimde cezalandırılması gerekir. Eğer bunlar olmazsa bu devreler itkileri kontrol edebilecek kadar güçlenemez ve ‘’dürtü kontrol sorunları’’ ile boğuşan, günümüzde pek de yabancı olmadığımız insan tipinin yetişmesini sağlayacak uygun bir ortam teşkil edilmiş olur. Kültürümüzde ‘’terbiye’’ dediğimiz kavram da işte doğrudan bu mevzu ile ilgilidir. (Prof.Dr. Sinan Canan – Değişen Be(y)nim)

Beyin üzerine yazılan kitapların genelinde yarınki bir fayda için bugünkü hazzı erteleme yetisi olarak tarif edilen iradenin,  geliştirilebilmesi için aynı kol kası gibi antrenmana ihtiyaç duyduğunun altı çizilmiş. İrade antrenmanlarının başlaması gereken ilk yer şüphesiz evlerimiz. Evlerde irade kasının gelişmesine en çok katkıyı sunan HAYIR kelimesini duymamış çocukların, okullarda eğitilmesini beklemek sıklıkla karşılaştığımız sorunlardan biri. Eğitim camiasından şımarık, sabırsız, her isteği gerçekleştirilmiş, hayatı boyunca HAYIR kelimesi ile karşılaşmamış çocukları eğitmesini bekleyerek süreci baltalamaktayız. Halbuki bireyler olarak çocuklarımızı eğitilebilir bir forma getirdikten sonra eğitimcilere emanet etmeliyiz. Aksi halde temel zayıf olduğundan eğitimcilerin bu temel üzerine ahlak, terbiye ve irade inşa etmeleri pek de mümkün olmuyor.

Şiddeti Televizyondan mı Öğreniyoruz?

Son 20 yılda yapılan araştırma, gözlem ve uzun dönemli istatistikler gösteriyor ki bebeklik çağından itibaren ekran karşısında geçirilen her dakika zamanımızı tükettiği gibi zihinsel kapasitemizi de tüketiyor. Düşünen, yargılayan, üreten kişiliklerin aksine pasif alıcı insan tipinin yaygınlaşmasına neden oluyor.

Pasif alıcı hale dönüşen insanların televizyon ekranından zihnine akan şiddet görüntüleri, onların davranış biçimlerini de değiştiriyor. Hayatında çocukluğundan itibaren şiddet olan kişiler, yetişkin oldukları dönemde de şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak sıklıkla kullanır hale geliyor.

Televizyon ve şiddet konusu açıldığında “sadece görmek bize şiddet duygusunu aşılar mı?” sorusu ile karşılaşıyoruz. Durumun hafife alındığının vesikası mahiyetinde olan bu soruya bilim dünyası 3 teori ile cevap verilmiş. İlki Yaşantı Konisi ve öğrenme, ikincisi ise ayna nöronlarla his aktarımı, bir başka deyişle empati, üçüncüsü ise örnek alarak davranış aktarım modeli olan sosyal öğrenmedir.

Edgar Dale Yaşantı Konisi

Günümüzde modern eğitim teknikleri konusunda yapılan çalışmalara yön veren en önemli modellerden biri Edgar Dale’in geliştirdiği “Yaşantı Konisi”dir. (Cone Of Experience)

Edgar Dale’e göre insanlar;

  • Okuduklarının %10’unu,
  • Duyduklarının %20’sini,
  • Gördüklerinin %30’unu,
  • Hem görüp hem de işittiklerinin %50’sini,
  • Söyleyip yazdıklarının %70’ini,
  • Yaptıklarının %90’ını hatırlar.

Dale’in Yaşantı Konisi’nden hareketle hem görsel hem de işitsel olarak bize içerik sağlayan televizyon yapımlarının önemli ölçüde öğretici / hafızayı işgal edici olduğunu söyleyebiliriz. Şiddeti, en görsel haliyle seyreden gençlerin ve hatta yetişkinlerin aynı temaları izleyerek hayata karışmasının neticesinde şiddet bir davranış türü olarak benimsendi ve insanlar belkide farkında olmadan yol verme tartışmasında dahi birbirini boğazlayabilecek bir ruh haline büründü. Görsel medyada şiddetin eğitimini alan bizler, öğrendiklerimizi evimizde, iş hayatında ve toplu taşıma araçlarında uygulayarak şiddet öğretisini kusursuzlaştırdık ve Yaşantı Konisi’nin %90’lık öğrenme başarısına ulaştırdık.

Ayna Nöronlar ve Görsel Şiddet

İnsanlar izledikleri şeylerden neden etkilenir sorusunun belki de en güzel cevabı ayna nöronlardadır. Herhangi bir korku filmi izlediğinizde ürpermeniz, hüzünlü bir yüz gördüğünüzde üzülmeniz, müstehcen bir video gördüğünüzde ise cinsel anlamda uyarılmanız bu nedenledir. Ayna nöronlar karşınızdaki kişinin duygularının aynen size yansımasına neden olurlar. Aslında bu durum insanlara özel bir durum da değildir.

Bir hayvan bir şey “yaptığında” beynindeki çeşitli nöronlar bu davranışın gerçekleşmesi için harekete geçer. (Rizzolatti&Craighero 2004). Bir primatın başka bir primatı bir şey yaparken gördüğünde onun beyninde de o şeyi yapanınkiyle aynı nöronların harekete geçtiği gözlemlenmiştir. ( Robert Heath – Bilinçaltımdaki Reklamlar )

Gördüğünüz gibi hayvanlarda da mirroring yani aynalama denen işlev aktif olarak nöral ağlarda hayat bulmaktadır. Bir de David Eagleman’a kulak verelim ve ayna nöronların tahminlerin bile ötesine geçen etkisine tanıklık edelim.

Yüzleri bu kadar hızlı ve otomatik biçimde nasıl okuduğumuzu daha iyi anlamak için, ben de bir grup insanı laboratuvarıma davet ettim. Yüz ifadelerindeki küçük değişimleri ölçebilmek amacıyla, biri alnına biri de yanağına olmak üzere katılımcıların yüzlerine iki elektrot yerleştirdik; ardından yüz fotoğraflarına bakmalarını istedik.

Katılımcıların, örneğin gülümseyen ya da somurtan birinin fotoğrafına baktıklarında, kendi yüz kaslarının da –çoğunlukla belli belirsiz biçimde- kıpırdadığına işaret eden kısa dönemli elektriksel etkinlikler ölçümleyebildik. Bunun nedeni, yansıma (mirroring) adı verilen bir olguydu. Katılımcılar, görmekte oldukları ifadeleri taklit etmek için, otomatik olarak kendi yüz kaslarından yararlanıyorlardı. Kas hareketleri doğrudan seçilemeyecek kadar küçük olsa da, fotoğraftaki gülümseme, katılımcının gülümsemesiyle yansıtılmaktaydı. Çünkü kasıtlı olarak yapmasalar da, insanlar birbirini taklit ederler. (David Eagleman-Beyin Senin Hikayen)

Hayati derece önemli olan bilgi paragrafın son satırında verilmiş: “kasıtlı olarak yapmasalar da, insanlar birbirini taklit ederler.” Bu cümleden anladığımız kadarıyla his aktarımı konusu insan kontrolü dışında gelişen ve  tamamen motor işlevlerin ürünü olan bir durum. David Eagleman’dan edindiğimiz bilgi  “ben izliyorum ama etkilenmiyorum” söyleminin ne kadar temelsiz olduğunu gözler önüne seriyor, çünkü “etkilenme” fiilinin faili biz değil tamamen motor işlevleri hareket geçiren sistemimizdir.

Sosyal Öğrenme ile Racon Eğitimi

Çocukların tertemiz zihinleri öğrenme yarışında yetişkinlere oranla sekiz şeritli otoban gibidir. Ön yargı denen öğrenmeyi yavaşlatıcı tümseklerden uzak oldukları için beğendikleri kişilerden daha fazla etkilenir ve bu kaynaktan gelen mesajlara çok daha açık olurlar. Rol model olarak benimsedikleri kişileri taklit eder ve onlar gibi giyinir, onlar gibi konuşur, onlar gibi davranırlar. Sosyal öğrenme olarak adlandırılan bu süreç en etkili öğrenme yollarından biridir.

Yazıyı kaleme alırken mevcut dizilerin zararlarını en aza indirgemeye çalışan bir eğitim neferinin feryadına denk geldim, kitap ağırlığında olan bu tweet aslında önemsemediğimiz bir gedikten, kalemizin nasıl fethedildiğini ibret alınacak bir şekilde bize gösteriyor.

Seyir keyfi adına aşırı şiddet görüntüleri ile büyüyen çocuklar, şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak benimserken, aynı zamanda acıya ve mağdura karşı da duyarsızlaşıyor.

Özetle ifade etmek istersek; sosyal öğrenme ile kendi rol modelini Çukur dizisinden seçen bir gencin öğreneceği tek şey; bir şiddeti bastırmanın tek yolunun daha büyük bir şiddetle ona karşılık vermek olduğudur.

Metin Dilinin ve Haber Görsellerinin Bize Anlattıkları

Eleştirdiğimiz şiddet içerikli haberler, iletişim fakültelerinde önemli bir ders konusu olan metin ve görsel dili açısından da sınıfta kalmaktadır. Bir haberde kullandığınız metin ve görsel dili, o haberi bambaşka bir yere taşıyabilir. (Cinsel Şiddet Haberlerinde Doğru Kelimeleri Kullanmak) Televizyonda, sosyal medya ve internet haber sitelerindeki içerikler görsel öğrenme ve aynalama nedeniyle zihnimizde yer etmektedir ve bu nedenle haberin dili oldukça önemlidir. Haberin dili ne yazık ki erotik film senaryosu gibi olduğunda insanlar mağdur ile empati kurmak yerine bir başka insana tecavüz edecek kadar şehvetini frenleyemeyecek durumda olan birinin eylemlerine empati duymaktadır. Aşağıdaki haber ve görsel diline baktığınızda acı ve dehşet verici bir olay hissi yaşıyor musunuz?

(Aşağıda görmüş olduğunuz haberler sadece bu dille yayınlanmakla kalmadı, daha fazla insanın okuyabilmesi için para harcanarak Facebook’ta promosyonlu gönderi olarak paylaşıldı. )

Bir durumla ilgili oluşturmak istediğiniz hissin yaşanan olayla paralel olarak gelişmesi için duruma uygun kelimeler seçmelisiniz. Niteleme, özellikle haber metinlerinde oldukça önemlidir ve şeytan tam da burada yatmaktadır. Terör örgütünün hain tuzakları nedeniyle şehit olan insanlarımız ile ilgili haberlerde bu problemi sıklıkla yaşarız. İlgili yayınlar haberi sanki bomba kendiliğinden toprağın altına girmiş ve fail ortada yokmuş gibi bir haber dili tercih etmektedir: “Sivil aracın geçişi sırasında patlama, 3 şehit.” Faili gizleyen bu başlıkları kullanmaya devam ettiğimiz sürece mağdurun yaşadığı dehşeti okuyucuya asla aktaramayacağız.

İçeriğin Görsele Kurban Edilişinin Zararları

Haber siteleri, diziler, filmler ve reklamlarda öne çıkarılan kadın bedeni ve cinselliği nedeniyle modern insanın zihni  çok ciddi bir bilişsel tahribat yaşıyor. Erotik görüntüler bombardımanına tutulan insanların zamanla sabır ve dayanıklılık konusundaki tek dayanakları olan önbeyinleri küçülüyor ve insanların sağlıklı karar verme yetileri köreliyor. Yeterince işlevsel olmayan önbeyin aşırı uyarım nedeniyle günden güne küçülürken ortaya tamamen dürtülerinin kontrolünde bir insan modeli ortaya çıkıyor. Tam da bu noktada Sinan Hoca’ya yeniden kulak verelim.

Aşırı cinsel uyarıma maruz kalma nedeniyle erkek ve kız çocuklarda ergenlik yaşının gittikçe düştüğünü biliyoruz.

Pornografik içeriklere hem erken yaşta hem de sınırsız düzeydeki ulaşım, insan organizmasının milyonlarca yıllık biyolojik alışkanlıklarıyla ciddi anlamda uyumsuz bir süreci tetikliyor.  Bu kadar çeşitli ve kolay ulaşılabilir içerik, öncelikle ‘’sıradan’’ pornografik içeriğe karşı bir duyarsızlaşma (habituasyon) ve ardından daha şiddetli uyarımlar arama sonucunu doğuruyor. Esasında internet üzerinde akla hayale gelmeyecek derecede çeşitli pornografik içerikler olması bu yüzden. Yani pornografik içerik bağımlısı haline gelen insanlar, bir sonraki aşamada hep ‘’daha fazlasını’’ istiyor. Bütün bunlar, beynin ön bölgelerinin kontrol edebilme yeteneğini köreltiyor. (Prof.Dr. Sinan Canan – Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler)

Diziler En Önemli Yozlaştırma Kaynağı

Ne yazık ki toplumun farkında olmadan ve hatta keyif içerisinde zehirlendiği en büyük kaynaklardan bir diğeri yurt dışına ihraç etmekle övündüğümüz Türk yapımı dizilerimiz. Niteliksizliğin ayyuka çıktığı yapımların ülkede gördüğü teveccüh ise gerçekten içler acısı. Toplum olarak riyakarlığımızı yüzümüze vuran bu yapımlara kısaca bir göz atalım.

Son dönemde çıkan rating raporlarına göre en fazla izlenen dizilerin sadece birkaçına göz atmak mevcut durumun röntgenini çekmek için yeterli olmaktadır.

Sen Anlat Karadeniz dizisinin tanıtım metni şu şekilde: “Çocuk gelin, kadına şiddet gibi önemli sorunları ele alan dizi, para karşılığı satılan bir çocuk gelin olan ‘Nefes’in oğlu ‘Yiğit’le birlikte eşi tarafından esir edilişi ve şiddet görmesi sonucu evden kaçmasıyla gelişen olayları konu alıyor.”

Bu tip sahneler eleştirildiğinde karşı argüman olarak “şiddet başka nasıl gösterilecek, nasıl tasvir edilecek?” sorusu öne sürülüyor. Cevabı ise çok basit, şiddetin sonuçlarını yeterince çevremizde görüyoruz, bir de dizi sahnelerinde pornografisinin yapılmasına ihtiyacımız yok. Sahneyi izleyicinin anlamlandıracağı yerde kesmek Uzak Doğu sinemasının bulduğu güzel çözümlerden sadece biri.

Bir sonraki dizimiz ise Çukur. Dizi ne anlatıyor diye kısaca bir göz attığınızda : “Çukur dizisi, İstanbul’da Çukur isminde bir mahalleyi konu alır. Bu mahallenin bütün kontrolü Koçova ailesindedir. Mahallenin en önemli kuralı; uyuşturucuya kesinlikle izin verilmemesidir. Ancak zamanla bir grup ortaya çıkar ve mahalle düzenini bozmaya çalışır. Bir süre sonra ailenin en küçük oğlu yıllar önce kaçtığı mahalleye geri döner. Onun dönmesi ile birlikte mahallede yeni bir düzen oluşacaktır.” Yani sokak çetelerinin güç mücadelesini ele alan bir yapım diyebiliriz. Fakat dizinin içeriğinde penis kesmeden, zımbayla adam zımbalamaya, arabalarla insan bedeni parçalamaya, her bir yumrukta kan revan içerisinde kalan suratlar da dahil olmak üzere şiddetin envaiçeşidini görebiliyoruz.

Bir dönemin en revaçta dizisi olan Kurtlar Vadisi’nin takım elbiseden insanları nasıl tiksindirdiğini yüksek perdeden ifade eden insanların Çukur dizisine ve biraz daha beteri Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisine methiyeler düzmelerinin içerisine battığımız riyakarlık nedeniyle olduğunu düşünüyorum.

Dizilerde Kadına Şiddet ve Değersizleştirme

İçerisinde bulunduğumuz bu çirkin duruma TÜSİAD da kayıtsız kalamamış ve 5 Mart 2018 tarihinde “Diziler İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İlkeleri Belirlendi, Sıra Uygulamada” bülteniyle bir rapor yayınlamıştı. Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyeleri Doç. Dr. İrem İnceoğlu ve Yard. Doç. Dr. Elif Akçalı tarafından “Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırması” başlığıyla hazırlanan rapordan ortaya çıkan çıkan bulgular dizilerimizin içler acısı halini şüpheye yer bırakmaksızın çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyordu.

  • Kadın karakterler kalıplara sıkışıyor. Genç kadın karakter sayısı genç erkek karakter sayısının 2,5 katı. Erkek karakterler, daha geniş bir yaş aralığında rol alıyor. Cazibesi olan kadın (seksi demek istemişler), genç /yetişkin ve zayıf olarak tarif edilirken, orta yaş üzeri kadınlar şişman ve dul stereotipinde gösteriliyor.
  • Kadınlar fiziksel özellikleriyle ön planda. Fiziksel özelliğe dair yapılan yorumların ¾’ü kadınlara yöneltiliyor. Bu yorumların %70’i kadınların «zayıf, güzel, bakımlı» olmalarıyla ilgili olumlu yorumlar içeriyor ve böylece fiziksel kalıpları güçlendiriyor.
  • Erkeklerin aksine, bütün kadın karakterlerin medeni durumu biliniyor. Dul ve boşanmış kadın karakterler, aynı medeni durumdaki erkek karakterlerden beş kat fazla. “Kadın gibi” olmak kadınlar için bile %62 oranında aşağılama ifadesi olarak kullanılıyor.
  • Ağlama/hüzün içeren sahnelerin %73 gibi bir çoğunlukla kadınlar için, şiddet ve tehdit içeren sahnelerin %79’u erkekler için yazılmış.

Günlük hayatımızda yarattığı değişimleri gözlemlerken televizyon dizilerinden insanların etkilenmediğini iddia etmek oldukça tutarsız bir davranış olacaktır. Zira bizzat yaşadığımız toplumda en yüksek izlenme oranına sahip olan dizilerin toplumda belirgin bir şekilde değişime neden olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Amcasının eşiyle yaşadığı yasak aşkı konu alan Aşk-ı Memnu dizisinin revaçta olduğu dönem semt pazarlarında dahi doldurma parfümler Bihter parfümü olarak satılıyordu. Bihter arabası, Bihter terliği, Bihter çantası gibi ürünler ekonomik durumuna göre kadınların oldukça önemli bir kısmında gördüğümüz dizi ürünleriydi. Sonrasında Memati ayakkabısı, Polat Alemdar yüzüğü, Türkmen kalpakları, topuğuna sıkma deyimi, racon değil adam kesme tehditleri revaçta olan dizilerin gündelik hayatımızdaki yansımalarından sadece birkaçı.

Babalık testi yaptıranların sayısında büyük artış! DNA testi yapan merkezlerin verilerine göre, babalık testi başvuruları son 6 yılda yaklaşık 3 kat arttı. Artışta, gündüz kuşağı programları ile dizilerin etkisinin olduğu belirtiliyor. Çocuğun kendisinden olduğuyla ilgili şüphe taşıyanlar, deşifre olmamak için özel merkezleri tercih ediyor. | Haberler.com

En Çok Ben Ahlaksız Teklif Aldım

Diziler nedeniyle ne yazık ki en fazla ahlaksız teklif alan kadınların en muteber ve en seksi kabul edildiği bir dönemi de hep beraber yaşadık. İş hayatında yaşanan bu aşağılayıcı olay, bağlamından koparılıp Binbir Gece dizisine erotizm malzemesi yapıldığından beri olayın dehşet vericiliği kalmamış tamamen bir magazin malzemesine dönüşmüştür. Bu çirkinliğin meşrulaşmasının akabinde, magazin dünyasının figürleri bir bir kendilerine yapılan ahlaksız teklif meblağlarını açıklayarak en yüksek teklifi alanın en fazla ilgiyi cezbettiği oldukça çirkin bir ahlaksız teklif borsası kurmuşlardı. Ahlaksız teklif almayanın mankenliği, sanatçılığı(!) ve oyunculuğu sorgulanır hale geldiğinden olsa gerek ahlaksız teklif konusu hiç kapanmamış sadece güncel ilgi konusuna göre dönüşüm geçirerek “en çok ben tacize uğradım” döneminin kapıları aralanmıştı.

Daha önce değindiğimiz metin dilindeki sorunların bu tip haberlerde ayyuka çıktığını görüyoruz.

  • Müzik albümü çıkaran eski sunucu Elif Güvendik, ahlaksız tekliflerle karşılaştığını söyledi.
  • Yeni diziye başlayan güzel oyuncudan cesur açıklamalar.
  • Yeni filminin galasında podyuma çıkan seksi mankenden samimi itiraflar.

Başlıklara baktığımda, “normal insanların algılayamadığı fakat yeni albüm yapmak veya yeni bir diziye başlamak ile geçmişte ahlaksız teklif almak arasında bir bağıntı bulunuyor olsa gerek” demeden edemiyorum. Ahlaksız teklif haberleri sonrasında en çok ilgi çeken haber başlığı şüphesiz “ben de” ile başlayan haberler. Zira bu haber türünden anlıyoruz ki ahlaksız teklif almak çok muteber bir durum ve bu oyuncu da -de ibaresiyle taciz edilmekle elde ettiği payeyi bizlerle paylaşma gereği hissetmiş. Aksi halde yukarıdaki başlıkları normal bir insan aklıyla açıklamanın mümkün olmadığını düşünüyorum.

Ortak Akıl Çözüm Eğitimde Diyor

Yazıyı yayına hazırladığım günlerde “Sizce şiddetin hayatımızda bu kadar yer etmesinin en önemli sorumlusu kimdir?” sorusunu paylaştım, 5.800 cevabın verildiği ankette insanların aslında durumun ne denli farkında olduğunu görmek isteyenleri mentionları okumaya davet ediyorum.

Aslında hepimiz sorunun tek çözümünün eğitim olduğunda hemfikiriz. Kafa karışıklığı hangi eğitim ile bu sorunun çözüleceği ile ilgili. Zira sayısal veya sosyal bilimlerde edinilen bilgi ile medeni ve insani bir yaşayışın temin edilemeyeceğini görmek için yakın tarihe bakmak yeterli oluyor.

İradenin ve itidalin kutsandığı, ötekinin hakkına riayetin öncelendiği, rahat etmekten önce dikkat etmenin benimsendiği, bireysel sınırsızlığın değil ölçülü bir yaşayışı en değerli ilke olarak insanlara sunulduğu bir eğitim süreci toplum hafızayı temizleyecek, tedavi edecek ve iyi yönde dönüştürecek yegane çare olarak görülmelidir. Aksi halde post-apokaliptik film senaryolarının yakın gelecekte hayatımızın gerçeği olmasının önünde ne yazık ki hiç bir engel yok.

Eğitimle temizlenen zihinlerin yeniden kirletilmemesi için de sürecin bütün taraflarına önemli görevler düşmektedir.

  1. Basın tık ve ilgi uğruna şiddet pornografisi yapmayacak.
  2. Taciz ve tecavüz haberlerini erotik film senaryosu gibi vermeyecek.
  3. Dizi ve film yapımcıları şiddeti ve kadın bedenini vitrine çıkarmayacak.
  4. Basın, dizi ve film yapımcıları bu 3 kuralı ihlal edip daha fazla tık almak için şiddet, taciz, tecavüz haberlerini manşete çekse, dizi ve film yapımcıları kötü karakterleri rol model olarak gösterse dahi halk bu haber ve dizilere ilgi göstermeyecek. Aksine eleştirecek, okumayacak ve izlemeyecek. Yani ortaya konan ürünlerin ekonomik bir değeri olmayacağından bu ürünler de üretilmeyecek.

Bu süreci hayatımıza naşketmediğimiz sürece ne yayın kalitesinin, ne içerik kalitesinin ne de toplumdaki total zihin kalitesinin yükseleceğine ihtimal vermiyorum. Neyi kutsar ve neyi tekrar ederseniz, onu öğrenir ve ona dönüşürsünüz. Hayatın bu değişmez kuralını ne yazık ki şiddeti ve düşük yaşantıyı yayma yönünde işletiyoruz, hayat da bizden intikamını almaktan vazgeçmiyor ve yakın gelecekte de vazgeçecek gibi görünmüyor. Ta ki irade kontrolünü ele alarak dürtülerimizin emrinden çıkana dek…

mridvan:
Related Post