Ülkemizde sinema bir sanat değil, bilakis tam anlamıyla kaynak ve zaman israf etme makinesi. Niteliksiz, zahmetsiz çekilen filmler belirli bir azınlık tarafından kutsanıp sanat adı altında yutturulmaya çalışılıyor. Yüzü ne topluma, ne toplumsal ne de evrensel değerlere dönük olmayan makyajlı videolar insanlara “sanat” adı altında yutturulmaya çalışılıyor.
Kalite ve arzdaki cimrilik sorununu ülkemizde yıllardır yaşıyoruz. Daha kötüsüne razı olmak, elindekiyle idare etme kültürü hayata karşı beklentiler için kullandığımız bir meleke değilken, ne hikmetse “sanata karşı” bu melekeyi oldukça cömert bir şekilde israf ediyoruz.
Bir dönem tek dikiz aynalı otomobile razı geldik, ikinci ayna opsiyoneldi, yıllardır da saçma sapan canlandırmaları sanat diye yutturup kendilerine fildişi kule imar etmeye çalışan sanat tacirlerine razı gelmeye devam ediyoruz.
Bir sinema tüketicisi olarak her fırsatta sektördeki ve yapımlardaki düzey düşüklüğünü ve bedavacılığı dile getirmeye çabalıyorum, kendi adıma elimden gelen bu, şimdiki yazı da bu çabanın bir ürünü olarak kaleme alındı.
Subjektif kısma ara verip objektif verilerle konuşmaya başlayalım ve ortaya çıkan resmin vahametine hep birlikte şahitlik edelim.
Türkiye’de Tüm Zamanlar En Fazla Gişe Yapan Filmleri
Box Office Türkiye‘deki verilere göre 1989’dan günümüze kadar ülkemizde vizyona giren ve seyirci rekorunu elinde bulunduran ilk 100 filme göz atalım.
Listede yer alan ilk 10 filmden 8’i komedi filmi. Sinemamızdaki komedi filmlerinin kahkaha ile gördüğü teveccühün kaynağı yapımlardaki zeka işi espriler değil, bunu hepimiz biliyoruz. Küfürler ve argo replikler ne yazık ki filmlerin ana taşıyıcısı. Argo ve küfre gülmek ise ne yazık ki tüm insanlığın ortak zaafı. Sıradan bir insan olarak bu zaaftan ben de tenzih edilmiş değilim.
Argo ve küfür soslu yapımlar bu zaafımız nedeniyle bize zahmetsiz bir eğlence vaat ediyor. Kendi adıma bu sıradanlıkla mücadele etmek için her ne kadar kahkahalarla güleceğimi bilsem de bu yapımlara vakit ayırmıyorum. Zira bir irade ortaya koymadan içerisinde bulunduğumuz düzeysizlikle mücadele etme imkanımız da bulunmuyor.
Peki biraz da bilim diyelim, bilim bu konuda ne diyor? Argo ve küfre neden güleriz? Bu zaafın nedeni Freud’e göre benliğimizin derinliklerinde gizli.
Mesela küfür etme durumunu düşünelim. Göze çarpan ilk şey, öfkeli olduğumuzda küfür etmenin kendinizi iyi hissettirdiğidir. Ama kelimeler genellikle durumla ilişkisizdir. Onlar sadece tabu nesnelerle ilgili terimler dizisi ya da cümlelerdir: seks, dışkılama, ensest ya da kutsal şeyler. Öyleyse niçin küfredilir? Freud’cu teori bir insan yeterince ketlendiğinde süperegonun artık etkili koruma yapamadığını söyler. Öfke ‘’taşar’’, id’e istediği gibi çalışması için geçici izin verir. Böylelikle kişi bir hareket istimi salıverir ve –normalde bastırılmış- içgüdüsel itkilerin ifadesinden zevk alır.
Freud’un teorisi oldukça egzotik görünse bile, bu nokta tamamen mantıksız değildir. İşleyen Freudcu teorinin bir başka örneği için mizah analizine bakalım. Freud’a göre, mizah tamamen süperegonun sansüründen yakayı sıyırmakla ilgilidir. Bir espri bilinçli zihnimizi yanlış yönlendirerek, sonra can alıcı cümleyle üzerimize çullanarak, id’in süperogaya bir tane çakmasına imkan tanır, öyle ki bilinçli zihnin ona yetişip, reaksiyonu kestirmesinden önce tabu bir düşünceyle ilişkili ani bir zevk patlaması yaşarız.Bu yüzden Freud’cu yaklaşımına göre, komedi tamamen bir şeylerin süper egoyu geçip sinsice ilerlemesiyle ilgilidir. Gülmekten hoşlanmamızın nedeni budur. Zamanlamanın komedide o kadar önemli olmasının nedeni budur. Mizahın niçin sıklıkla tabu nesnelerdeki bir odağa küfretmekle ortaklaştığını, aksi takdirde dikkatimizi günlük hayattaki ketlenme kaynaklarına ( gözlemsel mizah denen ) çektiğini açıklar. Bu yüzden Freud’un teorisi, nihai ödülleri ne olursa, açıklayıcı değerden yoksun değildir. | İsyan Pazarlanıyor – Joseph Heath , Andrew Potter |
İşte tam da bu nedenle en anlamsız küfürlere bile gülüyoruz. Bilişim terimiyle ifade etmek gerekirse bu zaaf bizim backdoor’umuz ve sanatkar olduğunu iddia eden canlandırma işçileri bu açığımızı nakde çevirme konusunda oldukça ustalaşmış durumda. Bu konuda herhangi bir derdim yok açıkçası, serbest piyasada bu tip filmlerle gelir elde edilebilir, yeter ki sanat eseri ortaya koydukları yalanına inanmamızı istemesinler.
Devam edelim… Listenin tamamına göz attığınızda 100 filmin yaklaşık 40 kadarının komedi filmi olduğunu görebiliyoruz. 40 filmin neredeyse %90’ı Türk yapımı.
İstatistik üzerinden bir değerlendirme yapacak olursa şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkiye’de sinema sanatı = komedi filmi.
Recep İvedik Hep Zirvede
Yıllara göre en fazla izlenen filmler listesine göz attığınızda da sinemamızın içler acısı halini bir kez daha gözlemleyebiliyorsunuz.
Yayınlandığı yıllarda açık ara önde giden Recep İvedik sadece 2010 yılında tökezlemiş. Tökezleten film ise Mahzun Kırmızıgül’ün bir cemaat imamının hayatını anlattığı New York’ta Beş Minare filmiydi. Filmin bir sanat eserinden öte terör örgütü propagandası olduğunu ve neden çekildiğini bugünlerden bakınca daha iyi görebiliyoruz. Filmin bu nedenle kırdığı gişe rekoru size inandırıcı gelmediyse lütfen bir de sinematografik açıdan neredeyse hiç bir değeri olmayan Barla filminin eriştiği gişe rakamlarına bakın.
Yani herhangi bir manipülasyon yapılmadığında genel eğilimimiz Recep İvedik’i zirveye taşıma yönünde. İvedik, zirveyi kaptırdığı yıl sadece 148.411 seyirci farkla zirveden indirilmiş, muhtemelen etkili bir bhhhööööyyy daha çekmiş olsa bu açık da kapanacaktı.
İKSV Açıkladı: Yüzde 39 Kitap okumuyor, % 49 Sinemaya Gitmiyor
Bu ve benzeri haberler mutlaka her yıl görüyoruz. Haber, IPSOS’un 2016 yılında yaptığı araştırmaya dayanıyor.
İPSOS’un 2016’da Türkiye çapında gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına da yer verildi. Buna göre; toplumun yüzde 49’u sinemaya gitmiyor, yüzde 39’u hiç kitap okumuyor, yüzde 66’sı konser, tiyatro ya da opera gibi herhangi bir etkinliğe katılmıyor.
Ben de %49’luk kesimin içerisindeyim ve muhtemelen sinemamızdaki bu fetret ve düzeysizlik dönemi geçene kadar da bu dilimin içerisinde kalmaya devam edeceğim. Bu dilimin dışarısına Dağ 2 filmini izlemek için çıkmıştım fakat o da tam anlamıyla bir fiyaskoydu. | bkz. Dağ 2 Film Eleştirisi: Beğenmeyenlerden Misiniz? |
Arkadaşlarıma da sık sık sinemaya gitmemelerini, bu şekilde kalitesiz yapımları cezalandırmalarını tavsiye ediyorum. Eğer bir şekilde mecbur kalıp herhangi bir filme giderseniz de mutlak film ile beklentilerinizi yayıncısına ulaştırmanızı tavsiye ediyorum.
3.sınıf videolara, şarkılara, dizilere, kitaplara ve yapımlara teveccüh göstermemek şu dönemde yapılacak en doğru davranıştır.
Toplum Kaliteliyi Bilmiyor mu?
Koca bir yalan. Beceriksiz sinemacı ve tiyatrocularımızın sık sık tekrarladığı bu kelime, beceriksizler korosunun mottosu haline geldi diyebilirim. Zira insanlar kaliteden anladığı için kendilerine teveccüh gösterilmediğini internet kullanım alışkanlıklarımızdan da gözlemleyebiliriz.
14-35 yaş içerik tüketicilerinin yabancı dizilere, filmlere, konser ve etkinliklere olan ilgisi malum. Özellikle Game of Thrones, Star Trek, Breaking Bad gibi popüler çalışmaların yanı sıra sanatsal değeri de olan yapıtları ağırlıklı olarak internet üzerinden takip ediyorlar. Ve bu içerikler için ciddi anlamda ücretler ödüyorlar.
Uluslararası yarışmalarda dişe tırnağa dokunur hiç bir başarısı olmayan yapımların oyuncu ve yönetmenlerin mevcut durumdan şikayet etmesi, çürük domatesleri satamayan pazarcının isyanını hatırlatıyor. Siz Game of Thrones ayarında yapımlar ortaya koydunuz mu da insanların Recep İvedik’e gitmesinden şikayetleniyorsunuz?
Tamam Güzel de Benim Zevkime Uymuyor
Opera, blues gibi bozlak da sanatsal değeri olan müzik türleri. Her üçünün de sanatsal değeri olduğunu kabul etmem bunları beğeniyor olduğum anlamına da gelmiyor, kaldı ki gelmek zorunda da değil. Sorunun düğümlendiği yer de tam olarak burası. Niteliğini takdir ettiğiniz her şeyi hayatınıza katıyor musunuz?
Bu pencereden bakınca X firmasının yaptığı Y araştırmasından çıkan ülkemizde opera dinlenmiyor verisi tamamen anlamsız bir veri haline dönüşüyor. Pazarlama açısından bakmak gerekirse de ülkede operanın ve benzeri sanatsal faaliyetlerin teveccüh görmemesinin sebebi bu sanatı icra edenlerin beceriksizliğidir. Siz ürününüzü onu satın alacak müşterilerin olduğu pazarlara taşımadan ürününüzün satılmadığından şikayet edebilir misiniz?
Önermemin ispatı da O Ses Türkiye yarışmasının şampiyonlarından Hasan Doğru. Lokanta dükkanında garsonluk yaparken konservatuvarda opera bölümünü bitiren Hasan Doğru sonucun halk oylarıyla belirlendiği bir yarışmada opera eserleri söyleyerek 1. olmuştu.
Videoyu izlediğimizde Hasan Doğru’nun Zonguldak’ta yaşayan kendi halinde bir insan olduğunu öğreniyoruz. Demek ki Zonguldak’ta yaşayan sıradan bir lokantacının oğlunun da gönlünde opera sevgisi yeşerebiliyormuş. Siz yeter ki bu fırsatı onun ayağına götürün. Bununla da bitmiyor, bir opera sanatçısı olarak yarışmaya katılan Hasan’da yine SMS oylarla envaiçeşit şarkının yarıştığı bir müsabakada 1. de olabiliyormuş.
Sanat Nedir?
Lise yıllarımda okuduğum Tolstoy’un Sanat Nedir adlı kitabında muhteşem bir tarif vardı. “Sanat, iyi ile güzelin kutlu birlikteliğidir.” İnsanlara söylenen iyi ve güzel her şey mutlaka teveccüh görmektedir. Eğer bu teveccühe nail olamadıysanız insanlar da değil kendi sanatınızda eksik arayın, böylece sanatınızı da daha iyi icra etme şansını yakalamış olursunuz.