Yalan haber konusu ile ilgili hazırladığım yazı dizisinin son yazısıyla (çok çarpıcı örnekler görmediğim sürece) diziyi tamamlayacağım. Daha önceki yazılarda yalan haberin ne olduğu, neden yapıldığı, kitleler üzerindeki etkisi, en etkin yalan haber tekniklerini incelemiştik. Kapanış yazımızda da yalan haberin neden etkili olduğunu Uykucu Etkisi (Sleeper Effect) ve Bilişsel Çelişki kavramları etrafında inceleyeceğiz.
Öncelikle son dönemde okuduğum en iyi kitaplardan biri olan Paul Ekman‘ın, Telling Lies (Ne Düşündüğünü Biliyorum) kitabından kısa bir alıntı yapmak istiyorum. Ekman kitabında; yalanın etki mekanizmasını ve yalancılarla, yalan avcıları arasındaki eşsiz mücadeleyi anlatmış. Ekman’ın çerçevesinden yalan ve aldatma neymiş hemen buna bakalım:
Aldatmanın iki temek fonksiyonu vardır: 1-Gizlemek, gerçek olanı saklamak; yanlış bilgilendirmek. 2-Gerçek olmayan bir şeyi doğru gibi göstermek.
Diğer aldatma yöntemleri: Yanlış yönlendirme, hissedilen duyguyu kabul ederek sadece sebepleri hakkında yalan söyleme; gerçeği şakaymış gibi aktarma, hedefi yanlış yönlendirme veya aynı durumda kalmasını sağlamak amacıyla gerçeği büyük bir abartıyla ya da şakayla karışık itiraf etme; kısmı gizleme, gerçeğin sadece bir kısmını kabul ederek, hedefin odağını gizli kalan şeye çekme; yanlış çıkarımlar yaptırarak durumu kurtarma, söylenen şeyin aksini ifade edecek şekilde gerçeği söyleme. (Paul Ekman – Ne Düşündüğünü Biliyorum – s.38)
Bir haberi yalan olarak niteleyebilmek için yukarıdaki tanımdan rahatlıkla faydalanabiliriz. Gizlemek, hedef saptırmak, yalanı doğru gibi göstermeye çalışmak gibi amaçlara hizmet eden her haber “yalan” olarak nitelenebilir.
Çamur At İzi Kalsın: Sleeper Effect
Yalan haberin ikna ve etki sürecini tam olarak tanımlayan kavram Türkçe’ye “Uyuyan Etkisi” şeklinde tercüme edilmiştir. Kavramı Psikolog Carl Hovland ileri sürmüştür. Hovland’a göre; inandırıcılık düzeyi düşük bir kaynaktan gelen bir mesajın başlangıçta ikna etkisinin olmayabileceği, ama aradan belli bir zaman geçtikten sonra, mesajın hatırlanmasına rağmen kaynağın unutulması nedeniyle inandırıcılığının artabileceği belirtilmektedir.
Teorinin doğruluğunu kendi hayatlarımızda da test edebiliriz. Örneğin hiç iletişim kurmadığınız halde hoşlanmadığınız bir ofis arkadaşınızla iletişim kurduğunuzda, “aslında o kadarda fena biri değilmiş” dediğiniz olmuştur. Belki onunla olumsuz bir etkileşimi olan bir arkadaşınız sizi yanlış bilgilendirmişti, bilgiyi vereni unuttunuz ve sadece söylenen şey aklınızda kaldı. Uyuyan Etkisi de tam olarak böyle çalışmaktadır. Belki kendi küçük hayatlarımızda çok büyük sonuçlar doğurmasa da bu etki, toplumu ayrıştırabilecek bir güce sahip.
Özellikle Orta Doğu coğrafyası medya manipülasyonu konusunda Batı medyasının bir laboratuvarı olmuş durumda. Sadece bu bölgeden dünyaya servis edilen fotoğraflar kullanılarak oldukça etkili manipülasyonlar yapılabilmektedir. Ortamında istismara elverişli olması manipülatörlerin işini kolaylaştırmaktadır. Bu durum da dijital mecralarda ciddi bir toplumsal ayrışmaya neden olmaktadır, nasıl mı?
Sosyal medya paylaşımları ve haber yorumları altındaki tartışmaları incelediğinizde toplumsal ayrışmanın nedenini de rahatlıkla görebiliyorsunuz. İnsanlar bir gün önce canla başla savundukları fotoğrafın aslında sahte (fake) olduğunu, aslında bilmem kaç yıl önce başka bir ülkedeki bir savaşta çekildiğini öğrendiğinde bir seçim yapması gerekiyor: Ya kandırıldığını etmek ya da anlamsızca fotoğraftaki kendi sahte gerçekliğini savunmak.
Ne yazık ki ikinci seçenek insanlar arasında ağır basıyor, insanlar aslında inanmadıkları şeyleri savunmak zorunda kalarak kendileriyle çelişiyorlar. Bu çelişki halini de dengeye ulaştırmak için (Bilişsel Çelişki) anlamsız bahaneler üreterek kendilerini bağlıyorlar. Aslında yalan haberlerle hedeflenen de tam olarak budur. İnsanları marjinalize ederek onların birbirleriyle konuşamaz hale getirmektir. Zira tartışan insanlar asla karşılıklı konuşamamakta, sadece aklı askıya alarak tartışmaktadır. Yeryüzünde de tartışarak çözülmüş bir problem örneği de bulunmamaktadır.
Bu durumu Robert B.Cialdini’ni İknanın Psikolisi kitabında şu şekilde özetliyor: Biri, diğerlerinin de görebileceği veya duyabileceği bir şekilde fikir beyan ederse, tutarlı bir kişi olarak görünmesi için o fikri koruması gerekmektedir. Beyan ettiğimiz fikir ne kadar aleni olursa, değiştirmemiz de o kadar güç olacaktır.
Aynı etkiyi bahislerde de görebiliriz; insanlar bir bahiste tercih ettikleri takımın kazanacağına, tercihi yapmadan öncesine oranla çok daha fazla inanmaktadır.
Uykucu Etkisi Örneği
Uykucu etkisi ciddi anlamda ders alınması gereken bir deney, zira yalan haberi yayınlayan mecra ne kadar büyükse, etkisinin de aynı oradan büyük olacağını net bir şekilde açıklıyor.
Alıntı: Tutum, Tutum Değişimi ve İkna
Hovland ve Weiss’in (1951) gerçekleştirdiği araştırmanın izinden giden çalışmalar, azaltıcı ipucunun etkisini bir süre sonra yitirdiğini ve daha önce aktarılmış olan güçlü mesajın zaman içinde istenen tutum değişimini sağladığını göstermektedir.
Hovland ve Weiss (1951), üniversite öğrencileri ile gerçekleştirdikleri deneyde, öğrencilere nükleer güçlü denizaltıların güvenli ve kullanışlı olduğunu öne süren bir metin okutmuşlardır. Bir grup deneğe, metni atom bombalarının geliştirilmesinde rol alan önemli bir fizikçi olarak tanıttıkları J. Roberts Oppenheimer’in yazdığını, diğer gruptakilere ise metnin Sovyet gazetesi Pravda’dan alındığını belirtmişlerdir. Oppenheimer o dönemde Amerikalı öğrenciler için güvenilirliği yüksek bir kaynakken, Pravda oldukça düşük güvenilirliğe sahiptir. Araştırmacıların beklentisi, metnin kaynağının Oppenheimer olduğunu söylenen gruptakilerin, diğer gruptakilerle kıyasla daha çok ikna olacakları yönündedir. Deneyin hemen ardından yapılan ölçümler bu beklentiyi doğrulamaktadır.
Aynı deneyde, verilen mesajın etkisinin düşük ve yüksek güvenilirlik koşullarındaki denekler üzerinde ne kadar sürdüğünü sınamak amacıyla dört hafta sonra tekrar ölçüm yapılmıştır. Dört hafta sonunda, iki grup arasındaki farkın tamamen ortadan kalktığı görülmüştür. Diğer bir ifadeyle, her iki grupta eşit düzeyde tutum değişimi gerçekleştiği görülmüştür. Hovland ve Weiss (1951) bu durumu “uykucu etkisi” ile açıklamaktadırlar. Zamanla, mesaj ile kaynak arasındaki bağlantı ortadan kalkmakta ve bireyler mesajı ve mesajı vereni hatırlamalarına rağmen, mesaj ile kaynağın inanılabilirliği arasındaki bağlantı zayıfladığından, “güvenilirlik” etkisi azalmaktadır. Böylece güvenilirlik yoluyla oluşan anlık tutum değişimi azalmakta; düşük inanılırlıkla elde edilen olumsuz tutum ( ya da düşük tutum değişimi) da daha az olumsuz olmaktadır.
Örneğin, seçim öncesi hangi partiye oy vereceğine karar verememiş olan, arayış içindeki bir seçmen, bir adayın diğer partinin adayını yeren etkileyici konuşması sonunda, konuşmayı etik bulmayarak adayı “güvenilmez” olarak değerlendirebilir. Bu durumda, adayın güçlü mesajı anlık tutum değişimi açısından başarılı olamaz. Ancak, bu azaltıcı ipucu nedeniyle ikna olmayan seçmen, bir süre sonra, bilginin hangi kaynaktan geldiğini unutabilir ve aleyhinde olumsuz bilgiler aldığı adaya karşı olumsuz tutum sergilemeye ve böylece, kendisini daha önce güvenilmez olarak değerlendirdiği adaya ve partiye daha yakın hissetmeye başlayabilir.
Uykucu etkisi, “ikna edici mesajın anında etkili olmayıp, beklenen etkinin belirli bir zaman dilimi sonunda belirmesi” şeklinde tanımlayabileceğimiz bir tür ertelenmiş ikna etkisidir.
Çamur Atınca Gerçekten İzi Kalıyor
Hovland ve Weiss’in deneyinin en acı sonucu da bu olsa gerek; çamur atılınca ne yazık ki izi kalıyor. Aynı hedefe odaklanan bir dizi yalan haber ise çok daha kalıcı etkiye neden olabiliyor. Etkili bir yalan haber üretmek ve yaymak çok kolay, zira toplumda ortaya atacağınız yalanı satın almaya, taşımaya ve yaymaya hazır bir kesim mutlaka bulunabiliyor. Asıl zor olan bu yalan haberin olumsuz anlamdaki toplumsal etkileriyle mücadele etmek.
Bunun yolu da dijital mecraları kullanan kitlenin bilinçli bir medya okuryazarı olmasından geçiyor. Aksi halde kamuoyu ilelebet medya manipülatörlerinin oyuncağı olarak kalmaya devam edecek.
3 comments