Muhtemelen pesimist fikirlerle öne çıkmış olsa bilinirlikte Harari ile yarışabilecekken optimist fikirleriyle öne çıkan, yapay zeka gibi çok az insanın deneyim sahibi olduğu ve spekülasyon için eşsiz bir zemine sahip olan bir konuda dahi itidali elden bırakmadan bütün görüşleri ele alan Byron Reese’in Yapay Zeka Çağı kitabını yenice bitirdim.
Kitap, yapay zekanın en fazla korkulan etkilerini, yapay zekanın mahiyetini, hukuk, biyoloji ve nörobilim etkileşimlerini, devletlerin ve orduların yapay zekayı hangi maksatlarla kullanabileceğini ve bunun insanlığın geleceğinde ne gibi değişimlere neden olabileceğini farklı görüşleri de değerlendirerek ele alıyor.
Kitabı bitirdiğinizde yapay zekaya dair korku kapısını kapatacak, merak ve araştırma kapısını açacaksınız. Zira yapay zeka işimizi elimizden alacak, robotlar insanları öldürecek, insanların işini robotlar alacak, yapay zeka yeni bir bilinç yaratacak türünde korku referanslı soruların arka planına bakan bu kitapta, teknoloji tarihinde üretilen her yeni araç için benzer endişelerin yaşandığını fakat sonuç olarak iyi niyetli insanların kötü niyetlilere göre daha baskın geldiğini göreceksiniz.
Kitap tüm bu konuları 5 bölümde ele alıyor. “Bugüne Uzanan Uzun Zorlu Yol” bölümünde ateşten, yapay zekaya insanın geliştirdiği teknolojilerin toplumların hayatında yarattığı değişimler ele alınıyor. Bölüm, “Evrenin Bileşimi Nedir?”, “Biz Neyiz?” ve “Benliğiniz Nedir?” gibi üç büyük soruyla kapanıyor.
İkinci bölüm olan “Sınırlı Yapay Zeka ve Robotlar” bölümünde günümüzde kullandığımız yapay zekanın gelişimi, hayatımıza giren işçi robotlar ve iş hayatına yansımaları ele alınmış.
Üçüncü bölümde kiminin hayali kiminin de korkusu olan “Yapay Genel Zeka” üzerinde üzerinde durulmuş. İnsana benzer ve hatta insanı da geride bırakacak yapay zeka yapılabilir mi sorusunun cevabı da bu sayfalarda.
Dördüncü bölüm olan Bilgisayar Bilinci’nde, Duyarlılık-Özgür İrade-Bilinç gibi anahtar kavramlar irdelenerek birbirinden farklı 8 bilinç yaklaşımı ele alınmış.
Beşinci bölümde ise insanlığın geleceğine dair öngörüler ve değerlendirmeler bulunuyor.
Kitabı sadece bir teknoloji kitabı olarak görmek anlamını daraltmak olacağından gelecek hakkında kafa yoran herkese kitabı ısrarla tavsiye ederim. Kitabın içerisinde değerlendirilen gelecek tasavvurlarını biraz olsun gözünde canlandırmak isteyenlere de aşağıdaki dizileri tavsiye ederim.
Person of Interest, Better Than Us, Omniscient
Günümüzde insanların ihtiyaç duydukları kaloriyi sadece çiğ yiyeceklerden elde etmeleri oldukça zordur çünkü besinlerin çoğu sindirilmemiş halde vücuttan geçer. Peki tüketebildiğimiz bu yeni kalorileri nasıl kullandık? Bu yeni enerji ile beynimiz büyüyerek benzeri görülmemiş bir karmaşıklığa erişti; kısa sürede gelişerek goril ve şempanzelerinkinin üç katı nörona sahip oldu.
Aslında sırf bu gelişmiş beyinlerimizi desteklemek için tükettiğimiz tüm kalorilerin yüzde 20’sini kullanırız ki bu inanılmaz derecede yüksek bir orandır. O insan dışında çok az hayvan, zihinlerine enerji sağlamak için böyle bir enerjinin ancak yarısını kullanır. Hayatta kalma açısından bakıldığında, bu oldukça cesur bir bahisti. Poker tabiriyle, insanlar her şeyi beyinlerini yatırdı ve karşılığını da aldılar. Daha güçlü beyin yeni bir teknoloji geliştirmemizi sağladı: Dil. Dil tarihçi Will Durant‘ın “bizi insana dönüştürdü” dediği büyük sıçrayıştı.
Dil, beyinlerimiz büyüdüğü için ortaya çıktı ve yararlı bir döngü ile, dil beyinlerimizi daha da büyüttü; çünkü kelimeler olmadan düşünemeyeceğimiz şeyler vardır. Kelimeler her şeyden önce fikirlerin sembolleridir; bu fikirleri konuşma teknolojisi olmadan tasavvur edilemeyecek şekillerde birleştirilebilir ve değiştirebiliriz. Dilin başka bir hediyesi ise öykülerdir. Öyküler insanlığın merkezinde yer alır çünkü gelişmenin ilk şartı olan insanın hayal gücünü şekil vermişlerdir.
Dilin çok yönlülüğü ve karmaşıklığı hayret vericidir. Son zamanlarda İngilizce milyonlarca özgün kelime çıkardı, ancak çoğumuz yaklaşık 25.000 ile idare ediyoruz. Bu hız yavaşlıyor olsa da, yaklaşık olarak saatte bir yeni İngilizce kelime icat ediliyor. Eskiden Shakespeare gibi biri kahvaltıdan önce üç kelimeyi İcat ederdi. Yeni son zamanlarda kelimelerdeki bu yavaşlamanın arkasındaki sorumluya dair önde gelen teori, bu tür bir hoyratlı dayanamayacak olan otomatik yazım denetleyicileridir. Kelimelerinizin altında çok fazla kırmızı çizgi bulunan bir e-posta göndermek istemiyorsanız, zaten onaylı listedekileri kullanmanız daha iyi olur.
Ateşin yiyecekleri pişirmemizi sağlaması bize beyinlerimizi verdi; beyinlerimiz de birlikte çalışmamızı, soyut düşünceler oluşturmamızı öyküler yaratmamızı sağlayan dili üretti. 10.000 yıl önce, tarım yerleşmemizi, şehirler kurmamızı ve servet biriktirmemiz mümkün kıldı. Şehirler, işbölümünün ekonomik büyümeye ve gelişmeye katkı sağlaması için verimli yerlerdi.
Yazı sayesinde yöneticiler kanunlar oluşturabildiler; bu kanunların geniş bir alana dağıtılıp uygulanmalarını sağlayan ise tekerlek oldu.
Atalarımızın bir çok olağanüstü teknolojik buluş oldu ancak bu buluşlarla ilgili bilgi yayınlayacak dayayacak teknolojiden bir süreçten yoksun olduklarından, bunlar çabucak unutuldu. Buna bir örnek Yunanlara ait Antikythera düzeneğidir (gerçekte bir bilgisayar), bu 2000 yıllık düzenek astronomik konumları tahmin etmek ve tutulmaların zamanın hesaplamakta kullanılırdı. Bu cihaz hakkında bilgi sahibi olmamızın tek nedeni ise bir gemi enkazında bozulmamış bir örnek bulmamızdır. Modern dünyamızda, böyle devrim niteliğinde bir cihaz hakkında bıktırıncıya kadar yazılar ve fotoğraflar yayınlanırdı.
Bilimsel yöntemin teknolojik gelişmeyi bu kadar güçlendirmesi her tür teknolojinin doğasında olan gizemli bir özelliği ortaya çıkardı: Teknoloji sabit dönemlerde yeteneklerini istikrarlı olarak iki katına çıkarıyordu. Teknolojinin bu temel ve gizemli özelliğini keşfetmemiz, 50 yıl önce, İntel’in kurucularından biri olan Gordon Moore’un ilginç bir şey fark etmesiyle başladı: Entegre bir devrede, transistörlerin sayısı yaklaşık iki yılda bir iki katına çıkıyordu. Bu fenomenin bir süredir devam ettiğini fark eden Moore trendin bir 10 yıl daha devam edebileceği tahmininde bulundu. Bu gözlem olarak Moore yasası olarak tanındı.
Ancak bu evrenin bir kanunu gibi görünüyor: Bir yere ulaşmak için belli bir miktarda teknoloji gerekiyor ve bir kez buna sahip olduğunuzda, o teknoloji bunu iki katına çıkarmak için kullanabiliyorsunuz.
Ne ilginçtir ki bazı Yunanlar da canlı dünyayı üç benzer kategoriye ayırmıştır. Onların mantığına göre, bitkileri bir ruhu vardır çünkü açıkça canlıdırlar yer, büyüyor, ürer ve ölürler. Hayvanların ise iki ruhu vardır. Bitkilerde olan ruhtan bir tane ancak aynı zamanda başka bir tane daha: Onlar bir amaca yönelmiştir. Son olarak, insanların üç ruhu vardır. Bitki ruhu, hayvan ruhu ve üçüncüsü, akıl yürüten bir ruh, çünkü sadece biz akıl yürütebiliyoruz.
Robotların bizim için iş yapması arzumuz hiç yeni değildir; örnek bulmak için antik edebiyatı uzun uzadıya incelemeye gerek yok. Aristoteles Politika adlı eserinde, Daedalus’un yaptığı, ortalıkta dolaşan ve kaçıp gitmesinler diye duvarlara zincirlenen heykellerden söz eder. Ayrıca Homerosa göre, Olimpos dağına kendi başlarını inip çıkan, Hephaistos’un üç ayaklılarından da söz eder. Bazı anlatılarda aynı Hephaistos ve Prometheus’un karaciğerini her gün yiyen mekanik bronz kartalı da yapmıştır. Aristoteles eserinde, insanlar bütün işleri kendilerinin yerini yapacak cihazlar yaptıklarında köleliğin sona ereceğini ileri sürer. Günümüzün sorusu ise teknolojinin işçilere olan ihtiyacı sona erdirip erdirmeyeceğidir.
Teknolojimiz şu anda teknolojinin çıkarımlarını anlama becerimizden daha hızlı ilerliyor.
El arabasıyla tuğla taşıyan birine bir forkliftle taşıma işini verdiğinizde, bu geçişi yapmak için gereken eğitim, yeni eğitilen işçinin değeri göz önüne alındığında ekonomik açıdan makuldu. Makinelerimiz “süper kendi başına işlem gücü olmayandan” geçtiklerinde hala onlarla başa çıkabiliyorduk. Ancak yeni işler o kadar kapsamlı beceriler gerektirecek ki işçileri bunları yapmaları için yeniden eğitmek uygulanabilir olmayacak. Tüm bunlar, bütün anlamlı İnsan istihdamını için için yiyerek ebediyen tekrar edecek.
50 yılı aşkın bir süre yapay zeka araştırmacı ve bu alanda gerçek değerlerden biri olan Marvin Minsky çoğu kez insanlardan etten makineler diye söz ederdi. Peki biz makineysek bir tane makine yapabilir miyiz? Eğer yaparsak yaratıcı olur mu, zihni ve kendi iradesi olur mu? Bunu nasıl yapacağımızı kesinlikle bilmiyoruz, hatta nasıl yaratıcı olduğumuzu ve nasıl bir zihnimiz olduğunu bile anlamıyoruz. Fikirlerin nereden geldiklerini veya beyne nasıl kodlandıklarını bilmiyoruz. İnsanın hiç anlamadığımız doğuştan gelen çok sayıda yeteneği var. Makinelerin bir insanın yapabileceği her şeyi yapabilmeleri için, bunların hepsini edinmeleri gerekir.
Teknolojinin net bir iş yok edicisi olduğu suçlaması uzun zamandır tartışılıyor. 1580 lerde, çorap örme tezgahını icat eden William Lee birkaç torpil buldu makinesini kraliçe Elizabeth’e göstererek kraliyet patenti alma umudu ile bir toplantı ayarladı. Kraliçe makinenin marifetli olduğunu düşünse de Lee’yi şu sözlerle azarladı: “Bu icadın yoksul tebaama neler yapabileceğini bir düşün. İşlerini ellerinden alıp kesinlikle onları mahvedecek, dilenmelerine yol açacak.” Aslına bakarsanız Lee çorapçıların öfkesi yüzünden İngiltere’yi terk etmek zorunda kaldı.
İmalattaki hızlı gelişmeler sonraki birkaç yüzyılda dünyada hızla yayıldıkça, her icat işgücü tarafından öfke ve düşmanlıkla karşılandı. Fransız tekstil işçileri otomatik dokuma tezgahlarına tahta ayakkabılarına fırlatarak direndiler. İngiltere’de Swing İsyanlarına katılanlar otomatik çırçır makinelerini parçalayarak direndiler. Kayıkçılar işlerini ellerinden alacağını düşündükleri buhar makinesine yönelik ilk girişimleri yok ettiler. Almanya’da şerit dokuma tezgahlarına karşı yapılan protestolar o kadar güçlüydü ki hükümet yakılamalarını emretti. Dokumayı kolaylaştırmak için Atkı mekiği icat edildiğinde, icatcısı John Kay bir kalabalığın saldırısına uğradı. Tekstilde iğ makinesi adı verilen başka bir çığır açıcı buluşu gerçekleştiren James Hargreaves buluşunun, İngiltere’deki başka bir kalabalık tarafından yakılmasını şahit oldu. Dantel yapımını daha verimli kılacak teknoloji yaratan John Heathcoat fabrikasının ve teçhizatının güpegündüz kundaklanmasına tanık oldu. Bu ekstrem tepkiler genelde teknolojiye değil, özelde iş gücünden tasarruf eden teknoloji yöneliktir. Tarih dersinde 49’daki Büyük Klima İsyanları gibi bir konuyu basit bir nedenden dolayı görmezsiniz: İnsanlar, insan emeğinin yerine geçmeyen teknolojik İcatlara isyan etmezler.
Moravec paradoksu; Hans Moravec bilgisayarlarla zor, zekice şeyler yapmanın, “kolay” şeyleri yapmaktan daha kolay olduğunu fark edenlerden biridir. Bir bilgisayara satrançta bir ustayı yendirmek, bir köpek fotoğrafı ile bir kedi fotoğraf arasındaki farkları söyletmekten daha kolaydır.
Robotlarda programlanmış faktörlere dayanan otonom öldürme kararları verebilen silahlar yapmalı mıyız. Bu silahların onlar açısından zorlayıcı olmasının üç nedeni vardır. İlk olarak, robotlar görevlerinde insan askerlerden daha etkili olacak. İkinci olarak, potansiyel düşmanların bu teknolojileri geliştirmekte olduklarına dair bir korku var. Üçüncü olarak robotlar, kullanan orduların insan kayıplarını azaltacak. Sonuncusu ise tüyler ürpertici bir yanı etkisi vardır: Bu, savaşın politik maliyetlerini düşürerek savaş halini yaygınlaştırabilir. Şu andaki ana mesele ise bir makinanın, kimi öldürüp kimi bağışlayacağını bağımsız olarak karar vermesine İzin verilip verilmemesi gerektiğidir.
Bu sistemleri inşa edip etmeme konusunda hararetli bir tartışma var ama bu biraz samimiyetsiz görünüyor. Robotların öldürme kararı vermesine izin verilmeli mi? Bir anlamda bir yüzyıldan uzun süredir buna izin veriliyor zaten. Bir askerin veya bir çocuğun bacaklarını aynı şekilde uçuran milyonlarca mayın tarlası yapmak insanı rahatsız etmiyordu. Bu silahlar yapay zekanın ilkel bir formuydu: Bir şey 23 kilogramdan fazla ise patlıyorlardı.
Beyin hakkında bilgi sahibi olma hızımız artıyor. Hayranlık uyandıran bir örnek de teknoloji öncüsü Mary Lou Jepsen’in çalışmasıdır. Jepsen insanlara YouTube videoları gösterilirken beyin taramalarının alındığı bir sistem geliştirmiştir. Bir bilgisayar, gösterilen video yanında beyin aktivitelerini de kaydeder. Daha sonra, deneklere, yeni videolar gösterilir; bilgisayarın, beyin aktivitelerini dayanarak ne gördüklerini çözmesi gerekir. Sonuçlar inanılmazdır. Sistem mükemmel değil, ama işe yarıyor. İnsanların beyinleri okunuyor.
Zeka zordur. Yapay zekanın önüne gelen figürlerinden biri olan Marvin Minsky onu şu şekilde tanımlar: Newton neredeyse gördüğümüz tüm mekanik fenomenleri açıklayan üç basit yasa keşfetti. Bir veya iki yüz yıl sonra, Maxwell aynısını elektrik için yaptı. Birçok psikolog fizikçileri taklit etmeyi ve bunları (zihninin işleyişini dair teorileri) birkaç basit yasaya indirgemeye çalıştık. Ancak bu pek de işe yaramadı.
Bilincin ne olduğu hakkında yaygın bir fikir birliği vardır. Asıl gizem nasıl ortaya çıktığıdır. Öyleyse bilinç nedir? Öznel deneyimlerin, birinci şahıs duyumlarınızın tümünün hissidir. Şöminede yanan ateşin sıcaklığını hissedebilirsiniz fakat bir termometre sıcaklığı yalnızca ölçülebilir. Bu ikisi arasındaki fark bilinçtir. Bilinç basitçe “sen” olmanın deneyimi olarak ifade edilir. Bu hayatı yaşanmaya değer kılan şeydir çünkü bilinç olmasa hiç sevgi hissetmeyen, neşelenmeyen, sadece yaşama katlanan zombiler olurduk. Bilinç gerçekten de varoluşumuzun en önemli yönüdür.
2014’te, Japonya’daki bir ekip insan beyninin faaliyetlerinin yüzde 1’ini bir saniyeliğine modellemek için dünyadaki en güçlü bilgisayarlardan birini kullandı. Bunu başarabilmek için, deneyi yapanlar 1.7 milyardan fazla sinir hücresi ve her biri 24 bayt veri depolayabilecek 10 trilyondan fazla sinaps yaptılar. Hayal etmeye çalışın. Beynin sadece %1’i sadece bir saniyeliğine bile akıl ermez biz karmaşıklığı sahiptir. Bilgisayarın sırf bunu yapması 40 dakika sürdü. Bu öylesine geliştirilmiş bir dizüstü bilgisayar değildir. 700.000’den fazla işlemci çekirdeği ve 1.4 milyon GB belleği var. Elbette, iPhone 29 bundan daha güçlü olabilir, ancak bilincimizi bir bilgisayarda yeniden üretiminin önündeki engeller en hafif deyimiyle hayali göz korkutucu dur.
Fizik evren; kuantum fiziği, rölativite ve karanlık madde gibi görünüşte anlaşılması zor tuhaf şeylerle doludur. Dolaşıklık fenomenini düşünün; bu fenomende iki parçacık arasında öyle bir bağı vardır ki biri birinin ta öbür ucuna gitse bile, biri üzerinde bir işlem gerçekleştirirseniz, onun çifti anında ışıktan daha hızlı bir şekilde tepki verir. Einstein bile bu fenomeni ürkütücü olarak nitelendirmiştir. Kuantum dolaşıklığı gibi şeylerle kıyaslandığında bilinç o kadar da tuhaf görünmez.
Oxford Üniversitesi’nden saygın matematikçi Roger Penrose makinelerin bilinçli hale gelemeyeceklerini kesin olarak inanan nispeten az sayıda insandan biridir. Penrose’un mantığı şöyledir: Herhangi bir algoritma ile çözülemeyeceği gösterilebilen matematik fonksiyonları vardır ve yine de insanlar bu problemleri çözebilir. Bilakis bilgisayarlar sadece algoritmaları halleder. Bu nedenle bilgisayarlar bu problemleri çözemez, dolayısıyla esasında zihinlerimizden farklı olmalıdırlar.
İnsanlığın her yeni çağını bir veya daha fazla teknoloji tetikler. Bu teknolojiler o kadar dönüştürücüdür ki bedenlerimize kadar türümüzün baştan aşağı değiştirirler. Bu değişim sonucunda insanlık yeni ve tümüyle beklenmedik bir yöne doğru yola koyulur. Bu yeni yön yaşamımızın hemen her kısmında kökten değişimlerle sonuçlanır. Birkaç teknoloji değişimin katalizörüdür ancak bu, öykünün sonunu değil başlangıcını işaret eder. Üçüncü çağı düşünün. Ortaya çıkaran katalizörler yazı ve tekerlekti. Bu teknolojiler kendi içlerinde muazzamdı, fakat daha büyük olan öykü ise harekete geçirdikleri tüm o değişimlerdir. Bu teknolojiler bizi ulus devleti verdi, ulus devlet bize yasaları verdi, yasalar bize mahkemeleri verdi, mahkemeler bize avukatları vb. Ulus devlet ayrıca bize imparatorlukları verdi, imparatorluklar birliklerin hareketine yardımcı olması için yollar inşa etti, yollar sivil hareketliliği arttırdı, hareketlilik kültürler arası kaynaşmayı artırdı ve bu da moda ve beslenmede değişimler doğurdu, Bu da diğer değişimlere yol açtı.
Uygarlık, gelişimi mümkün kılan altı yapılır. Teknoloji insanların becerilerini güçlendirmek için kullandığımız bilgilerdir. Birini büyüttüğünüzde diğeri de büyür.
Uygarlık, kültürel yaratımı teşvik eden sosyal bir düzendir. Uygarlığı dört öğe oluşturur: ekonomik koşul, politik örgütlenme, ahlaki gelenekler, bilgi ve sanatla uğraşı. Uygarlık, kaos ve güvensizliğin bittiği yerde başlar. Çünkü korku yenildiğinde, merak ve yapıcılık özgürleşir insan da doğal bir dürtü ile yaşamı anlamaya ve güzelleştirmeye doğru ilerler.
Çoğu teknolojinin nötrüdür ve iyi veya kötü amaçlar için kullanılabilir. Dinamit hem dağda tünel açmak için hem de bir tüneli patlatmak için kullanılabilir. Metalürji kılıç veya saban demiri yapmakla kullanılabilir. Bereket versin ki insanların büyük çoğunluğu yıkmak yerine yapmayı tercih eder. Modern dünya bunu kanıtlar. Var olmasının tek nedeni insanların çoğunun çoğu zaman dürüst olmalarıdır.
Dünyada açlık olmasının nedenin, dünyanın giderek artan nüfusu beslemekte zorlandığı gibi yaygın bir yanlış kani vardır. Durum böyle değil. Dünya besin üretimi için tarıma elverişli arazilerin yaklaşık üçte birini kullanır. Bu üçte biri bile verimsiz kullanırız. Örneğin Çin dönüm başına Birleşik Devletler’den çok daha yüksek verim elde eder; bunun ana nedeni iki ülke benzer büyüklükte olmalarına rağmen, Çin’in nüfusunun Birleşik Devletler’in nüfusunun üç katı ve tarımı elverişli arazilerinin de Birleşik Devletler’inkinin yalnızca altıda birini eşit olduğu için insanların ürünleri daha verimli yetiştirmek zorunda olmalarıdır. Dünya aslında o kadar muazzam bir besin üreticisidir ki Birleşik Devletler’de dünyadaki bütün aç insanları beslemeye yetecek kadar yiyecek israf edilir.